11 Temmuz 2008 Cuma

Aman Ahlakım (!)



Koyu bir hıristiyan ve genç ateist, Mona Lisa portresi önünde durmaktadır. Yaşlı adam genç adama sorar:
— Da Vinci'yi beğenir misiniz?
—Evet, gerçekten etkileyici eserler bıraktı, der genç ateist.
Yaşlı adam fırsatı kaçırmaz;
— O halde kendisinin bilinen en büyük hıristiyanlardan biri olduğunu biliyor olmalısın, der ve genç adama gülümseyerek bakar
Genç ateistte gülümser ve bu kez o sorar;
—Tanrıya gerçekten inanır mısınız?
-Evet, ebetteki inanırım, der yaşlı adam.
Genç adam gayet yüksek bir özgüvenle cevap verir;

-Öyleyse onun bilinen en büyük ateist olduğunu da biliyor olmalısınız.

Din konusundaki fikrimi bugüne kadar olan yazılarımda az çok belli ettim sanırım. Ama okuduğum bir kitaptaki* düşünceleri ayrıca yorumlamak istedim. Kitap ahlak'ın soyunu düşünmeye davet ediyor: Ahlak dinin eserimi yoksa popülasyon içi savunma için geliştirilmiş bir yapı mı?

Ateizm ve monoteizm birbirine karşı iki kutup gibi dursa da bence birbiriyle aynı düzlemde olmayan iki kavramdır. Çünkü iki sistemin amaçları, yaşantıları, inançları ve hedefleri tamamen farklıdır. Birbiriyle yer yer kesişen bu iki kavramın bence en önemli kesişme noktası ahlaktır.

Bir ateist için ahlak; İnsanların dünya üzerindeki yaşamı boyunca birbirleriyle ve doğa ile ilişkilerinden edindiği tecrübelerin eseridir. Ahlak sadece onu geliştiren toplumu bağlar buna karşın yaşam-ölüm, yiyecek-içecek ve üreme konuları tüm insanlığın ortak sorunu olduğu için bütün insanları bağlayan ve bu temelden üretilen birçok genel ahlak kuralı oluşturulmuştur. Bir ateist bunlara uymanın karşılığında herhangi bir ödül beklememektedir. Bazı kimseler kendilerini ateist olarak ilan edip bu kuralları -kendi çıkarları için bile değil- tamamen keyfiyetten delmeyi kendilerine bir hak olarak görürler. İşte bunlar gerçekte bir Tanrının varlığını kabul ederler ancak kendisini mahrum bıraktığı nimetlerden ötürü ona kızıp onun koyduğu kuralları sebepsiz delmeyi bir ödeşme olarak görürler. Onları bu sınıfa dâhil etmiyorum.


Bir monoteist için ahlak; Dinden önce var olan ahlaksızlığa Tanrının müdahalesi ile belirlenmiş kurallar dizisidir. Tanrı herkes için dünyada yaşamanın kurallarını ve insanın var olma amacını belirlemiştir. Tanrının kendisine elçi olarak seçtiği insanlar, insanın ulaşabileceği üst düzey ahlak yapısını belirlemektedir. Tanrı kuralları insanlığın insanca yaşaması için koymuştur fakat insanoğlu kesinlikle kendi iradesiyle davranmakta serbesttir. Birini öldürebilir, hırsızlık yapabilir veya iftira atabilir. Bütün bu kural ihlallerinin değerlendirildiği bir mahşer günü vardır. Tanrı bütün kural ihlallerine gerekli cezayı verecektir; buna karşılık ömrü boyunca bu kurallara uyan kişiler ise ödüllendirilecektir. Cennet ve Cehennem kavramları (dinler için farklılık göstermekle birlikte ceza veya ödül olarak da genellenebilir) inananlar için büyük bir motivasyondur.

Ateizm Darvinci görüşe büyük saygı ve ilgi gösterir bu sayede yaşamın kaynağının bir Tanrı olmadığını kanıtlamak isterler. Bu konuda önemli çalışmalar yapılmış ve bugüne kadar ulaşılan nokta ateistlere verdikleri kararın doğru olduğu yolunda birkaç sonuç vermiştir. Monoteistler ve bilhassa dört büyük dinin savunucuları bu çabayı nafile bir çalışma olarak görmekte ve "ihtimalsizlikten kanıt"ı büyük bir koz olarak hala ellerinde tutmaktadırlar. Şu bir gerçek ki inanıp inanmamak kimseyi ayrıcalıklı kılmıyor. Tanrının ne ödül ve cezaya dayanan sisteminden etkilenerek inananlara nede sadece mantığını ölçüt olarak kabul edenlere(ki bana sorarsanız ikinci grup daha dürüst) ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Bu dünyanın kullanma kılavuzu bu dünyada gizli zaten, her şey apaçık okunabilirken birde dört kitapla özetlenmiş. Anlatmaya çalıştığım şu; Bir ressam ünleninceye kadar birçok eser yapar ve bunların altına imzasını atar. Ancak sanatçı öyle üst düzey eserler yapar ki, taklit edilemez olur. İşte o sanatçı için artık imzaya gerek yoktur, resimleri onun imzasının ta kendisi olur.Bu durumda Darvin’in aradığı sihirli ve büyülü moleküller veya periler asla ama asla bulunamaz. Tanrı onların işleyişini ayarlamıştır- bu birbirlerini iten sarkaç dizisine benzer-ve bu düzen bir kere çalştımı artık sonuna kadar devam eder. Moleküllerin kendi kendine hareketi, yaşamın dünya üzerinde çeşitli yaşam alanlarına göre özelleşmesi bu muazzam denge içinde sadece küçük bir detaydır. Ne olmasını bekliyorlardı? Mikroskopla bakınca görünen molekülleri hareket etmekle görevi küçük melekler mi? O zaman bir Tanrı kaçınılmaz olacaktı değil mi? Kaçınılmaz olan bir güce itaat etmek için inanç gereksizdir. Bunun için bütün âlemi gezmeniz, doğal güzellikleri ve doğanın muazzam dengesini bilmenizde gerekmez. Sizi izleyen gözlere daima iyi bir kul olmak için çabalarsınız ki ödüle layık görülebilesiniz. Bunun için yapmayı çok istediğiniz şeylerden vazgeçmeyi bile göze alırsınız. İşte bu noktada iradenizin hiçbir hükmü ve sizinde birer köleden farkınız kalmaz. Tanrı onu bütün gün tapınmamızı değil, özgür irademizle onu yarattığı her şeyde görebilmemizi emrediyor ve bunu başarmak için aklın güzel ahlak süzgecinden geçmesi gerektiğini söylüyor.

Madalyonun diğer yüzünde ise bedelli inanç var. Tanrının vaat ettiğine inanılan nimetler için uyulması gereken kurallar vardır. Bunlar sonsuz bir yaşam için katlanılması gereken küçük "cefa"lardır. Tanrıya inanç konusunda ateistler yolun yarısında ise bu tür inanca sahip olanlar daha yola çıkmamış olanlardır. Çünkü kutsal kitapta (bence dördü de farklı şeyler anlatmıyor ama tarih boyunca yorumlardan dolayı farklılaşmış) açıkça dünyayı gez dolaş, benden başka ilah bulursan ona iman et diyor, bu her şeyi açıklıyor. Çünkü gezip dolaşsan da mantığın el verdiğince mantığın yettiğince görebileceğin somut bir ilah olmadığıdır. Doğa bir ilah ise doğayı kapsayan evren onun yaratıcısı olacaktır. Yaratılmamış için tek tanım her şeyi yaratandır ki onu da evren içinde bir yere sığdıramıyoruz görüldüğü üzere. Bence bukadar emin ve kesin bir sözün ardına bir pazarlamacı oturtmak "bana inanırsanız sizlere şunları vereceğim" dedirtmek çok saçma. Kitaplarda yazan her şey sadece dünya yaşamının en sağlıklı sürdürülmesi için oluşturmuş "insanca yaşam kılavuzu". Kutsal kitabı cennete gitmek için değil hayatlarımızı düzeltmek için okumalıyız ki Tanrının istediği de budur bence.

Dinin dünya hayatını düzenlemek için oluşturduğu yada insanların kendi yaşamlarını korumak için şuursuz geliştirdiği kurallar yani ahlak hangi düşüncede daha değerli? Burada değinmek yerinde olacaktır sanırım: Din derken Tanrının elçileri aracılığıyla ilettiği en saf hali düşünmeliyiz. Eğer tarih boyunca içine katılan ve çoğu asılsız ve tamamen devletleri idare etmek için konulan yasaları dâhil ederseniz bu savunulabilecek bir din olmaz. Ben en saf hale göre düşünüp ona göre yorumlayacağım. Diğer türlü kendilerince mantıklı ve tamamen kendi dönemlerini ilgilendiren konuların dâhil edildiği bir din putlaşır kanısındayım. Buna göre düşününce ahlak bir inanışa göre araç diğer bir inanışa göre ise amaç oluyor. Ateizmde ahlak yoksunluğu en fazla güçlülerin ayakta kalmasıyla devam edecek bir yaşamı getiriyor, ve bu pek bir kayıp olarak yorumlanamaz (Bkz: Ortaçağda Avrupa). Din içinde ahlak ise bir amaç olduğu için kişi güzel ahlaka sahip olmadan tam olarak inanmış sayılmaz ve buda kişinin ebediyete yolculuğunda önemli bir eksikliktir. Din bireyseldir; kişinin güzel ahlaka sahip olmasıyla birlikte din evrenselleşir, sahip olamayanlarla birlikte din çökmüş demektir.

İki sistemi karşılaştırırsak: Ateizmde ahlak sadece tür çeşitliliği için olumlu bir etkendir. Ancak din içinde ahlak bir hedeftir, ona erişmeden yaşam boşa geçirilmiş sayılır. Bu karşılaştırmada elimden geldiğince objektif olmaya çalıştım ama sonuçta bunlar içinde benim inancımın izleri de görülebilir. Daha önce özellikle söylediğim üzere burada sözü edilen din saf dindir. Günümüz koşullarında varlığını sürdüren din artık bu saflıkta değildir; çıkarcı ve gücün adaletine dayanan bir yapı olmaya yüz tutmuştur. Bu koşullar altında eşitliğin olmadığı, güçlü olana göre esneyen, dünya yaşamına katkısı olmayan, ahlak yolculuğunu senede bir kez yapılan Hac yolculuğuna indirgeyen bir kişi için ahlak toplumu kontrol etmeye yarayan bir güçtür. Evet, bir devleti yönetmenin en güzel yöntemi halkına ahlaki kuralları dayatmaktır. Ama kapalı kapılar ardından kendine küçük kaçamaklar yapma hakkı verebilir çünkü güç ve adalet artık Tanrıda değil ondandır. Bu açıdan bakınca bir başka dünya olmadığına inanan ama bu dünyada yaşarken haklarını tüm toplumla paylaşabilen bir ateist daha ahlaklı görünüyor.

Her iki tarafın artı ve eksileri, içerdikleri mutasyon ya da hain oranına göre değişiyor sanırım.

* Okumak isteyenler için; Richard DAWKINS/Tanrı Yanıgısı. Kitap hoş bilgiler de içeriyor.

Not: Yazılarıma yapılan yorumlar için çok teşekkür ederim, aynı düşüncede buluşmuş olmak güzel.

4 Temmuz 2008 Cuma

Mavi Adam


Not: Kişiler, olaylar ve konuşmalara tamamen hayal ürünüdür.




Elindeki sigara çoktan sönmüştü. Kafasındaki dumanlı düşünce içinde dalıp gitmişti.. Koridordaki koşuşturmalarla birlikte toparladı kendini, az sonra kapı açıldı ve kadim dostu karşısındaydı. Yüzünden okuduğu kadarıyla haberler iyi değildi, karşısındaki koltuğa ağır ağır oturdu. Gözlerine bakamıyordu, yere bakarak konuştu;

"Olmayacak.. Eğer sen böyle güvenmeye devam edersen... Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum, görmüyor musun alışık değiller buna!"

Gözleri penceredeydi, arkadaşına doğru döndü;

"İşte şimdi yalnızım... Sen bile beni anlamıyorsan... Bu olmak zorunda, buna alışmak zorundalar. Ben bunca zahmeti boşa çekmedim."

Ayağa kalkıp bu yalnız deve bir kez daha baktı, bu düşüncelerden vazgeçecek gibi görünmüyordu o halde ne yapmaya çalıştığını daha açık anlatmalıydı;

"Şuan bile her yerde senin sonunu konuşuyorlar, senden sonrası kolaymış. Hatta... Hatta senin ölümünü bile planlamışlar. Kurduğun bu düzen için bu halk yetersiz. Gel bir süre daha erteleyelim bu işi..."

"Ne olacak İsmet? Ben ölmeyecek miyim? Bu halk biranda hazır mı olacak? Sen ve ben bu koltuklarda oturdukça mı olacak bunlar yoksa biz bu koltuklara daha çok oturalım diye mi?"

Sesi yükselmiş, bakışları sertleşmişti. Ortamı yumuşatmak için uygun değildi İsmet Bey’in yapısı. O geri çekilecek, peki efendim diyecek bir adam değildi ve diretti;

"Bana araştır dedin araştırdım ve senden sonra olacaklar bu dosyada! Sen halkını yalnız bırakıyorsun! Sen bu halkın meclisini bu halka ezilmeyi hak görenlerle paylaşın diyorsun Kemal! Hâlbuki biraz daha vakit versen, cumhuriyet talebelerini mezun etse... Onlarla başlasa bu yeni dönem. Kemal... Sen ve getirdiklerin tehlikede!"

"Ben ve getirdiklerim öyle mi? Daha sen sahiplenmemişsin bu devrimleri, halktan ne bekliyorsun? Ben mühim değilim ama size rağmen bu devrimlerin yok olacağını duymak üzücü. Ne olursa olsun, bu meclis milletin olacak, kendi hakkındaki kararı millet verecek."

Dünyayı mavi bakan bir adam için özgürlüğün sınırı yoktu, her ne sona mal olursa olsun. İsmet Bey dosyayı masaya bıraktı ve odadan çıktı.

"Yalnız adamım, gerçekten yalnızım…" diye düşündü

Az sonra telefona uzandı numarayı çevirdi..

" Kemal görüşmemiz gerek. İsmet dosyayı getirdi... O adresi biliyorum, orda görüşelim."

Doğruldu ve bir sigara daha yaktı. Tüm dostları cumhuriyetin ömrünü onun ömrüne denk görüyorlardı. Milleti idarenin temelinde millete güvenmek vardır ki ondan sonra devletin bekası için açık bir alan yaratılabilsin.

Saat: 19.00 Ankara, bir yer:

Mustafa Kemal içeri girdiğinde Kemal Bey sigarasını söndürüyordu, ayağa kalktı önünü ilikledi ve Mustafa Kemal'i selamladı. Mustafa kemal hızlıca konuya girmeye niyetliydi:

"İşte bunlar, yeni partiyi kurmaya aday kişiler. Ben bu partinin kurulması taraftarıyım. Nekadar yol almışız görelim."

"Siz bilirsiniz paşam, bu isimlerin hepsinin düşünceleri malumunuz. Ancak bizden istediğiniz başka bir şey varsa..."

"Aslına bakarsan var, bana karşı bilinen bir suikast planı var mı?"



"Bir değil, birçok plan var ama hepsi hakkında bilgi sahibiyiz merak etmeyin efendim."



"Bilgi sahibi olduklarınız zaten gerçekleşmeyecek olanlardır kanaatimce, esas büyük plandan uzak tutmak için, siz yinede daha dikkatli olun. Bu dosyadaki kişilerin başına kesinlikle bir şey gelmesin istiyorum. Bunun bedeli bu cumhuriyet için ağır olur"



"Emredersiniz efendim. "

Mustafa Kemal, küçük işleri hallettikten sonra büyük bir plandan bahsetme için Kemal Bey'e yaklaştı;

"Öyle yada böyle bir gün öleceğim, bundan korkum yok. Korkum bu milletin kendine güvendiğini göremeden ölmek. Sen ve oluşumun kesinlikle bunu sağlayacaksınız. Her ne olursa olsun bu millet kendine değer verildiğini hissedecek. Ancak o zaman iyinin ve kötünün ayrımını yapabilecek akılcı düzeye erişebilir."

"Paşam dış güçlerin ajan faaliyetleriyle bu tür fırsatları kaçırmayacağı kesin. Bu plan ileride bizim dahi mani olamayacağımız bir sona doğru ülkeyi sürükleyebilir. Sizden sonra bu dengeyi gözetebilecek birinin başa gelmesi sadece şans."

"Her şeyi planlayacağız. Belirli işaret taşlarımız olacak, her geriye düşüşümüzde ona göre bir stratejimiz olacak. Mühim olan şimdiki gençleri tam anlamıyla kazanabilmek, onlar arkamızda oldukça bu ülke kolay kolay o eski tuzaklara düşmez. Ben gidişata göre işaret taşlarını ve yapılacakları sıraladım, ilk geriye düşüşte Cumhuriyet ve getirileri koruma altına alınacak..."


Mustafa Kemal elindeki dosyayı masaya bıraktı, cebinden tabakasını çıkarıp bir sigara yaktı.

"Gördüğün gibi, ben öldükten sonrada hiçbir şey değişmeyecek. Bu ülke yağmalanmayı, talanı ve ezilmeyi ancak kendine güvenle aşabilir. Siz gücünüz yettiğince bunun olmasını sağlayacaksınız ve bunu aleni değil büyük bir gizlilikle yapacaksınız."

"Paşam neden geri çekiliyoruz? Niçin bu kadar hoşgörülü olmak zorundayız?"

"Dedim ya Kemal, bu ülke Mustafa Kemal'e değil kendine güvenmeyi öğrendiği zaman gerçekten hür olur."

Ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Elindeki sigarayı unutmuş gibiydi, dalgın gözlerle dışarıyı izlerken birden Kemal bey'e döndü;

"Kemal; İsmet eğer benden sonra bu plana ters davranırsa onu durdurun. Bu devrim halkın devrimi, halk yaşatmalı ki anlamı olsun. bizler birer diktatör değiliz. İsmette kontrol isteğini pek fazlaca görüyorum."

"Emriniz olur paşam. Umarım güveninizi boşa çıkarmayız."


"Benim en büyük güvencem gençler. Onlar bu ülkeyi sevip, haklarının kıymetini bildikçe kimse bu ülkeyi başka ülkelerin boyunduruğuna sokamaz. Lakin bu uğurda pek çok kayıp olacağı kanaatindeyim, bunların hepsi kurtuluşumuzu dayandırdığımız savaşın bir parçası. Bana göre Türk milleti hiçbir zaman yok olmaya mahkûm değildir; her millet kendi layığını bulur sonunda. Bizimde çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmamız pek uzak bir hedef değil."


Bu gizli görüşme sonrası Mustafa Kemal köşke doğru yola çıktı. Kemal Bey dosyalarla birlikte bir daha hiçbir şekilde ortaya çıkmamak üzere odadan ayrıldı. Bu dosyalar ev içindeki bilgiler Türkiye Cumhuriyetinde Atatürk'ten sonrasını içeren ilk belgelerdir. Uzunca bir zaman Mustafa Kemal'in işaret noktaları bu ülkenin ayakta durması için gerekli müdahalelerin yapılmasına olanak vermiştir. Dosyada son işaret noktası ve bu son işaret noktasında yapılacaklar neydi, ne düşünülmüştü bilinmiyor.

Ama günümüzdeki şu çıkmazı görünce akla son müdahalenin ne olabileceği gelmiyor mu? Hani hep sona bıraktığımız gücümüz...