29 Kasım 2010 Pazartesi

Sabr-ı Elzem

Dağ, taş, ağaç, yaprak
kuş, böcek,çiğ tanesi, toprak
bağırıyor yüzüme yüzüme
"İsyan et!"

Alnımı göğe dikip yürüyorum.
onların aldığı ne varsa
söylüyorum işte; ben veriyorum.
Şimdi bir cenge tutuşmak için erken
bahaneler böyle küçükken
ve içimdeki ses
olması gereken bu, derken.
İsyan etmek niye?

Durmuyor yinede,
raftan düşen bir kitap
sayfalarını saçarak
Bir kapı kulpu, kazağımdan tutarak
bardaktaki çay
parmaklarımı yakarak diretiyor bana
"İsyan et!"

Şimdi ete kemiğe bürünmüş öfke olsam
yakacağım önce kendi cismim olacak
sonra bu ateşi besleyen ocak.
bitmeyecek, yılmayacak ve durmayacaklar
Demiri tava getiren bu sıcağı tutabilmesidir..
çekici azap kılan el...
Elin kastı ise demire değil, demirdeki eğriliğe
Bu ahengi hayat hayat izleyen ben
Niçin gam duyayım keskinliğime dokunan eldivenden?

Bütün bildiklerime rağmen,
buruk bir dost yüzü
sevgilinin solan gülüşü
babamın iç çekişi
ahbabın yüzsüzü..
sessiz bir nefesle kulağıma fısıldıyor
"İsyan et!"

Bu rüzgara kapılırda bir tutam ateş
kaynayıp taşarsa kin yağım
baktığım her yerde bir fesad
tuttuğum elde aciziyet ararım.
Bu akı kara
insanı yılan eden yalana nasıl inanırım?

Dört duvar içinde
İsyana mani bir kozadayım.
Sözlerim korkaklıktan
durgunluğum tembellikten sayılsın
bir tek kem bakışıma dek bu yemin
benim en büyük yalanım.

12 Kasım 2010 Cuma

Cevap


Önünde yükselen soğuk yüze baktı. Göğe kadar uzanıyordu boyu, ve uzamaya devam ediyordu. Dizleri yere hızlıca çarptı, kanlı bedeni zorlukla duruyordu bu dizler üzerinde. Aniden yüzükoyun yere yıkıldı.. Gözleri adamın ayakları hizasındaydı. Soğuyan vücudundan çekilen can, kan olup caddeye akıyordu.. İçini son kez çekti ve son nefesinde tükenen isim; "Maria"

Kapıyı açmak için yöneldi. Duyduğu ilk ses kapının arkasından gelen telsiz sesiydi. Ne olabilrdi? Akşam yemeği, televizyon ve bir eş olarak kendisi hazırdı.. Sıradan bir evdi işte bozmaya ne gerek vardı?! Kapıyı istemeyerek açtı, kalbi beynini kana boğarcasına hızla çarpıyordu.. "Grabtin, bay Grabtin'in nesi olyorsunuz?"..Boğazı düğümlendi, kalbi göğsünden fırlayack gibi atıyor, gözleri karamaya başlıyordu, beyni boğuluyordu kötü düşünceler içersinde. "Eşi... Eşiyim" diyerek kapıyo tutundu. Olmayacağını bile bile kimliğini evde unuttuğunu, bir olaya şahit olduğunu hatta arkadaşlarıyla kendisine şaka yaptığını düşündü birkaç saniye içinde. Önündeki iki yüz programlanmışcasına yere bakarak "Başınız sağolsun, bizimle gelip kendisini teşhis etmelisiniz. " Bu nasıl bir... Nasıl.. hayat bu insanlar için nasıl devam ediyor? Sudan çıkmış balık gibi.. Kendi acısı içinde nefessiz çırpnırıken diğer insanların yaşamalarına hayrretle bakıyordu. Alelacele koluna girdiler ve devriye arabasına bindirdiler. ışıklı caddelerde ilerleyen polis arabası kırmızı-mavi ışıklar saçıyor ve memurlar etrafı izleyerek yola devam ediyorlardı. Maria başını cama yasladı içinde tuttuğu son ümide sımsıkı sarılıyordu ;Bu başka bir yüz olmalıydı. Herşey sıradan bir akşam yemeğini işaret ederken, herşey buna giderken bu haber çok ani.. Bu tabloda çok yakışıksız duruyordu. Nasıl ki dünya güneşe bir santim yaklaşmadan asırlardır dönüyorsa bu akşam yemeğide diğerleri gibi sıradan basit olmak zorundaydı. Yoksa bütün evren bu gece çökecekti. Devriye aracı yavaşladı ve memur kenarda duran ortayaşlı bir adamla konuşmaya başladı. Adam nereye gittiğini sordu,memur "Yukarı sokakta öldürülen adamın eşi, hastaneye teşhise götürüyorum." Adam üzgünmü korkulu mu belli olmayan bir ifadeyle Maria'ya baktı, "Başınız sağolsun" derken sanki ilkkez bir ölüme şahit oluyor gibi çekingendi. Polise dönerek "Kaza mı? Yoksa?" diye sordu, polis "Kaza değil, cinayet. Ama görgü tanığı yok. Sen içmeyi erken mi bıraktın? bugün ayık görünüyorsun? Yoksa çenendeki morluğa sebep olan düşüş mü seni kendine getirdi?"  diyerek takıldı adama. adam belirsiz bir gülümsemeyle karşılık verdi "Bugün ara verdim.." Memur, adamla vedalaştıktan sonra araba yeninden hareket etti. Bunlar olup biterken maria başını camdan kaldırmadan öylece tuttuğu umuduna sarılıyordu. Hastane kapısına geldiklerinde memur tekrar koluna girerek ona eşlik etti. Maria insanların çalışmalarına, gülmelerine, yemek yiyip birşeyler içmelerine hayretle bakıyordu; O ölmüşken dünya nasıl hala aynı kalabiliyordu? İri yarı bir hemşire sanki çalışarak Maria'dan daha çok azap çekiyormuş gibi istemeyerek eşlik etti onlara. Morg kapısı açıldı, soğuk ve cansız bir hava yüzüne vurdu. Kahretsin ki, atan kalbi, teni, aşkı.. İçerde onun kokusunu alabiliyordu. Kalbi yeniden ve tüm gücüyle göğsünü yumruklarken kolundaki polise bir parça daha yaslandı. Üzeri beyaz kalitesiz bir çarşafla örtülmüş ve çarşafın göğüs izasında kıpkırmızı bir kan lekesi oluşmuştu. Sabah kravatını gömleğine milimi milimine oturtan, manşetlerini özenle düzelten, ayakkabıları parıl parıl parlayan eşi adi bir bez parçası altında... Olamaz.. Olmamalı. Hemşire reyonda yemeklik et gösteren kasaplar gibi kaba bir şekilde çarşafı kaldırdı. Son sözünü, yüzüne bakarak hissetmişti, son sözü kendi ismiydi adı gib emindi.. Çünkü açık  gözleri, yüzündeki hafif tebessümlü hal ve bütün bunları sarıp sarmalaştıran huzur.. Sabahları uyanıp göz göze geldiğinde hep aynı şükürle ve bu yüz ifadesiyle söylerdi ismini "Maria'm" şımarıp tekrar gözlerini kapatırdı. Gözlerini kapadı Maria son bir güçle..


Gözlerini açtığında kolunda bağlı serum ve yanında öncekinden farklı bir polis memuru vardı. Gözlerini açtığını gören memur ona evlerinin mutfağında küçük çaplı br yangın çıktığını ama olaya hemen müdahale edildiğini evinin devriye tarafından güvence altına alındığını anlatıyordu. Üst üste gelenler... Önce hayatının mihenk taşı sonra ondan kalan hatıralarla dolu ev. Polis memuru bir isteği olduğunda ona hemşirelerin yardım edebileceğini ve evini merak etmemesi gerketiğini salık vererek odadan çıktı. Şimdi yalnız ve halsizdi..  Ölmek istiyor ama hala onun öldüğünü kabullenemediği için ikinci bir ayrılğa meyil veremiyodu. Sabah evden ayrılırken, dün.. Onunla geçen vakit ne hor kullanılmış. Gözünün önüne o hazırlanırken televizyona dalıp gittiği an geldi. Niçin doya doya bakamadı? Niye gitmesine izin verdi ki.. Göz yaşları yanağından düşüp ucuz ve hissiz hastane yastıkları üzerinden akıp gidiyordu. Onunla geçirecek bir kaç zaman için gözlerini kapatarak rüyalar alemine girmek istedi.. Zonklayan yüreği izin vermesede, gözlerini kapadı..



Köşe başında bekleyen çiçekçi bu akşam yoktu. Bir kaç sokak ötedeki dükkana doğru hızlı adımlarla yürümeye karar verdi. Bu akşam evinin kraliçe arısına hamaratlığından dolayı küçük bir ödül vermeyi istiyordu. üstelik hava güzeldi, gençlik yıllarında sırf bu havaları kaçırmamak için yürüdüğü zamanları düşünerek yürüdü. Dükkana girdi, karısının sevdiği çiçekleri aldı. Pek uzakta olmayan evine doğru hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Biran önce yuvasına ve eşine kavuşmak istiyordu, saatine baktı ve baktığı anda sarhoşun tekine çarptı. çiçekler ikisi arasında ezildi, Grabtin sendeledi ve geriye düşmekten son anda kurutldu. Adama terslenecek oldu ancak zil zurna sarhoş adam bundan anlayacak değildi. Çiçekleri düzeltip yürümeye devam edecekti ki sarhoşun sataşmasını duydu "Hey! Gel buraya ve benden özür dile!" aldırış etmedi. Sarhoş peşi sıra yürüyerek sataşmaya devam ediyordu "Sana diyorum kaz kafalı! Gel ve çarptığın için benden özür dile!" Grabtin aldırmadan yürümeye deavam etti. Sarhoş adam durdu ve adamın duyabileceği bir sesle "Karının çiçekten çok gerçek bir erkeğe ihtiyacı var. Ona beni götürmelisin." Grabtin durdu, elindeki çiçek düşmeyle kalma arasında takılmıştı. Dünya zerinde en değr verdiği şeye, aşkına bir sarhoşun böyle adice sataşması en sağduyulu haliyle bile dönüp gideceği bir durum değildi. Çiçeği yavaşça yanmayan sokak lambasının dibine bıraktı ve srhoşa ağır adımlarla yürüdü. "Sen, ne cürretle karımın adını ağzına alıyorsun?" dedi ve sarhoşun cevap vermesine fırsat vermeden çenesine yumruğu indirdi sonra bir daha ve bir daha sarhoş arkasındaki duvara yaslanarak çöktü. Grabtin hiçbirşey söylemeden sokak lambası dibindeki çiçeğe yöneldi. Çiçekleri aldı,eliyle düzeltti ve yürümeye devam etti. Birkaç metre sonra arkasında hızla yaklaşan adımları farketti. Sarhoşun geldiğine emindi, tam dönüp ona gitmesini söyleyecekken göğsünde soğuk bir metal paçası hissetti. Göğsünü yararak ilerleyen bu metal iç organlarını avı vererek deliyor ve kemiğine sürtüyordu. Sarhoş hızlı hızlı nefes alıyor ve hayretle Grabtin'e bakıyordu. Sarhoşun nefesindeki alkol her yeri kaplamıştı. Bıçağın çekilmesiyle  Grabtin bir süre durdu, önce elindeki çiçek buketi yere düştü ve yuvarlanıp kaldırım kenarına sindi.


Maria'nın hastaneden teslim aldığı eşayalar arasında eşinin aldığı çiçek buketi yoktu. Evine dönerken haketmediği herşey için isyan ediyordu.. Elbiselerin kokusunu içine çeke çeke çıktı hastaneden, evien gitmek için taksiye bindi. Dün geceden beri uyuyamamıştı.. Evlerine vardmaya yakın dün geceki polis memuruyla birlikte birkaç polisin dün memurun konuştuğu adamı yere yatırıp kelepçelediğini gördü. Taksiyi durdurdu, indi ve onlara doğru yürüdü.. henüz hiç birşey bilmiyordu ama onu gören memurun Maria'yı engellemek için önüne çıktığını görünce anladı.. Dün kocasını en son gören bu adamdı. Adamın gözleri Maria'nın ayakları hizasındaydı.Maria sakin bir sesle memura "Sadece bir tek şey soracağım, lütfen izin verin.. bu kadarına hakkım olmalı." dedi. Polis memuru yerde yatan adam bakarak "Pekala, bir soru sadece.." dedi. Maria olduğu yerden adama bakarak "Son sözü.. Son sözlerini duydun mu?" diye sordu. Sarhoş başını Maria'ya çevirmeye gayret ederek baktı.. Maria önünde göğe uzanan bir ağaç gibiydi, hatta mavi gözlerine göğü zaptettiği söylenebilirdi. "Yere düştüğünde Maria dediğini duydum.. Son sözü buydu, bundan başka birşey demedi. Kazayla oldu, amacım onu öldürmek değildi.." diye geveledi ancak Maria çoktan arkasını dönüp evinin yolunu tutmuştu. Kucağında kocasının kıyafetleri, "Biliyordum.. Biliyordum sevgilim" dedi rüzgar doğru. Gözlerinden akan yaşlar yanağını okşayarak saçlarına karışıyordu.


Evin kapısı kapandı, dalgın dalgın yatak odasına yürüdü.. Duvardaki fotoğrafı aldı, sarıldı, yatağa girdi.. Gece yarısına doğru usulca sıcak bir dere gibi akan kan yatak odasından caddeye giden yolu arıyordu. Caddeye varıp bir gece önce dökülen kana karışmak için karanlıkta ağır aksak ilerliyordu.

Maria üşüyen ayaklarını iyice karnına çekerek gözlerini kapadı ve "Sensiz uyanmayacağım" dedi ve gülümsedi.

Fotoğraftaki iki mutlu yüz beyaz yastık üzerinde camdan giren ay ışığı altında parıldıyordu.