24 Eylül 2010 Cuma

Uyum

Bundan yüzyıl önce yaşamış birini bugün hayata döndürsek, aklını kaybedeceği kesin. Şu bir gerçek ki insanlar "birden bire" kavramına alışık değiller. Yaşlıların -yani bizlerin- homurdanmasına rağmen bu gidişe dur diyemeyişimizin sebebi işte bu; değişimin kanımıza yavaş yavaş zerk edilmesi. bu kimi zaman iyi kimi zaman kötü... İnsan ayrılıklara çabucak alışmak isterken acı verir değişimin yavaşlığı; mutluluğun kollarındayken ise dört nala koşan bir atlı... Bazen hiç bilmeseydim diyorum, hiç birşeyden anlamayan, düşünecekleri önceden belirlenmiş biri olsaydım. Emin olun bilinenler ne kadar azsa, zamanın hayatınızdaki etkisi o kadar azalıyor. Buradan bir dahi yada flozof olduğumu idda etmiyorum elbette, ben kendi hayatımda "bir insan hayatının nasıl olması gerektiği" konusu üzerine düşünmüş, okumuş biriyim. Bu anlatmaktan çok yaşamaya dayalı bilgiler içeren bir konu. Bu uygulanmadan bir işe yaramayan, anlatması boş, anlaması güç bir konu.

Önceleri "tek" olmayı, diğerlerinden ayrılmayı benimsedim. Kendi sesimi toplumun sesinden çekip alınca ne istediğimi, ne olmayı hakettiğimi öğrendim. Sonra diğerlerinin arasında diğerleri için ne olduğumu ve ne olmayı hakettiğimi duydum. Diğerlerinin ne olması gerektiği ve ne olduğunu bilip onların kendileri için yorumlarınıda uzun uzun dinledikten sonra elimde  uçurumlarla dolu bir vadi haritası kaldı. Kendim, diğerleri.. Karınca ve fil..
Ben karınca olarak çukurları uçurum olarak görüyorum,çünkü sınırlı bir ömrüm ve dünya için küçük bir cüssem var. Benden sonrakilerin dümdüz bir vadide yürüyebilmesi için bu çukurların dolması gerek. Bu çukurları doldurmak için fili ikna etmek ve fili ikna etmek için önce sesini duyurman gerek. Bir tek karınca olarak file "Gelecek için herşeyi düzeltmeme yardım et" dediğimde muhtemelen kendi için bir çukur görmeyen fil benim bu hareketimi "bencillik" olarak algılayacak ve "kendini kullandırtmayacak". karıncalar ölüp gidecek,filler uzun süre yaşayacak. İşte bu çıkmazda bir karınca için bilmenin ve çaresziliğin azabını çeken ben son kez sesleneceğim "Fildeki kardeşlerim! Bu cüsse sizin değil, siz de birgün gerçeğin üstüne düşeceksiniz! Bir gün takatınız bittiğinde bu çukurlarla yüzleşmeye gücünüz olmayacak! Ben erken düşenlerdenim!"
Biz karıncaları fil olduğumuza o kadar inandırmışlar ki, bu öyle uzun bir masal ki.. Az önce bahstettiğim ilimle aydınlanınca ve filin sırtından toprağa düşünce anlıyorsunuz. O karıncalar düşünmeyi çoktan unutmuş, atalardan yadigar düşüncelere tutunduklarının farkında değiller. Gerçekten düşünebilenler, toprağa en erken düşenlerdir.

Bu uzun zamandır süre gelen bir masaldı, ama bu masalın girmediği haneler, ocaklar vardı. İşte şimdi o hanelere o ocaklara hatta kafalarımızın içine kadar girdiler. Bu masala inanmayan kimse kalmassın diye ellerinden geleni yapıyorlar.Bütün bunlar değişim farkedilmesin, biz değişmeyelim diye. Toprağa düşenlerin çektiği azap bundan belkide, çünkü fil büyüdükçe düşmenin etkiside artıyor. İnsan düşünce yalnız kalıyor, bu yalnızlığa sebebin değişim olduğunu anlamıyor. Oysa filin üzerindeyken yani bir filken herşey ne kadar mükemmeldi.. Zamanın etki etmediği kişiler, fil üzerinde ölenlerdir. Onlar toprağın (gerçeğin) kokusunu hiç solumadan, sanki hiç yaşamadan göçüp gittiler ve gidecekler. Onlar filden zihnen ölü olarak düşecekler, acı hissetmeden..

Bu fil ve karınca hikayesi sarmadıysa eğer şu şekilde açıklayayım;Toplum dediğimiz güç değişimi ve gelişimini sürdürürken bizler yani bireyler bu değişimin yönünü belirlemeyecek kadar aciziz. Biz bu aciziyeti toplumdan "farklı" kaldığımızda anlıyoruz. Bugüne kadar kendimizden sandığımız gücün karşısında ezilmemek için aykta durmaya çalışıyoruz, kendi iki yüzlülüğümüzü görmezden gelsekte yanımızdakilerin vurdumduymazlığına, bize vurulan damgalara  dayanamıyoruz. Akıl sağlığımız "farklı" olduğumuz an bozluluyor; değişime küfrediyoruz. Dünün bayramlarını bozanlar bugün oyun dışında kalınca eski bayramlardan dem vuruyor.. Dün komşularının evini basıp öldürenler bugün komşuluğun bittiğine yakınıyor... Biz o toplumken, toplumun göz yumduğu herşeyde suçluyduk. Farklı olunca bizi ezecek bu adımı, "ani değişim" olarak görüyoruz, oysa ne kadar masumuz(!)

"Bir insan hayatının nasıl olması gerektiği" ilminde öğrendiğim herşeyi uygulamam mümkün olmuyor malesef. Bu yüzden dümdüz bir vadi bırakamıyorum arkamda, benim uçurumlarım benim taşıdığım taşlarla dolmuyor. Gerçeğin varlığı ve düşmenin azabını biliyorum.. Artık her  düşenle acıyorum. Benim için "birden bire" olgusu geride kaldı.. Kalanlara selamet diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder