Bir adım atarsın; bir yol biter, bir yol başlar, ölürsün, kurtulursun, mutlu olursun, kedere boğulursun, şaşırırsın, bıkarsın, koşarsın, yorulursun... Bir adım atmakta ne var ki? Bu soruyu kendine soruyorsun; bugün değil belki yıllar sonra geleceğini biliyorum ve bu yazıyı gördüğünde seni ne kadar iyi anladığımı ve beni anlayacaksın.
Bak ben ne kadar mantıklı açıklıyorum herşeyi. Sorduğun soruların az yada çok cevabını biliyorum. Bazı şeyleri çok net ve detaylı hatırlıyorum. Unutmayı tercih ettiklerimi de dahil edersek hafızamda koca bir yer işgal ediyor bütün bunlar oysa hafızamın tamamı bir mercimek kadar.. Bu sana özel birşey değil, bu kimseye özel değil.. Herkes için hafızamda en az senin kadar yer var dolsun ya da dolmasın. Sen bu hafıza dosyasının dolduğu yerdesin; bir adımlık payın kaldı bunu hissediyorum. Herşeyin bambaşka görünmesini istediğim bu sahnede elindeki bütün silahları yere atarak karşımda silahsız kalacağına ve bu halinde kusursuz bir samimiyet olacağına eminim çünkü kalbinin bir yarısında sahene rüzgarına alışık olmayan bir mum alevi var; en ufak bir rolde içini tutuşturur. Ölüm dahil herşeyden geri dönmek için bir adım yeter, sadece bir adım... Verdiğin bütün sözlerden, ettiğin bütün yeminlerden ve tuttunduğun bütün bahanelerden seni çekip alacak tek bir gerçek var: Kaybettiğinden fazlasına sahip olacağını biliyorsun. Bu herzaman mümkün demek isterdim, ama az önce de dediğim gibi bir adımlık yer var hafızamda. Uzun uzadıya konuşacak bir yol yok.
Sende en az benim kadar hayal mimarısın, sen başarılısın çünkü bende senin kurduğun çöksede enkaz olmayan evlerde yaşadım.Senin şehirlerini dolduracak kadar insanlar tanıdım; uzakta kaçtığın yerde de burnumun dibinde de senden hep isimler, resimler taşıdım hafızama. Bugün yürürken.. Yürüyüp müzik dinlerken, bu hafızanın içini dolduran herşeyin bir yedeğini isteyeceğini düşündüm. Hiç anlatamadığım, seni bambaşka çizdiğim anılar... Öğrettiğin isimlerin içlerinden geçenler, dışarıya taşırdıkları.. Yalnızca iki kişilik sandığın; bir şekilde üzerini örtmeye mecbur kaldığım sırların.. Kurduğun dengelerde kilit noktasını neye göre belirlediğim ve nasıl hep doğru tahminde bulunduğum... Daha birçok şey var; buraya sığmayacak. Sen bu yedeği benden aldığında, yada bu geçmişi reddettiğinde ben yürüyüp müzik dinlerken veya eski herhangi birşeye bakarken, otobüsle bir yere giderken, düştüğümde, çok çok üzüldüğümde veya güldüğümde, bir kameraya poz verirken o anı tüm hücrelerimde yaşayacağım. Senin bedelsiz ortaklığın son bulacak.
Merak etme, sen burayı okuyup bendeki bu emaneti almak isteyinceye kadar tek kelime kaybetmeyeceğim, hatta kendiliğinden çıkmadıkça hiç açmayacağım.. Sana ait bu hafızayı benden almaya gelirken yanında getirmen gereken tek şey adın.
21 Haziran 2011 Salı
Unutmak
Bir isim yada bir kısa anı unutmak ne güzel birşey.. Evet unutmak ne güzel!!
Sakın yanlış anlaşılmasın, kötü ve ya zor zamanları ya da acı veren insanları kastetmiyorum sadece; bütün renkleriyle ömrün kısa bir anını ve ya bir kahramanını unutmak diyorum. Neden mi? Çünkü öyle zamanlar oluyor ki insan bildiği bütün denklem , formül ve planlarıyla olayın göbeğinde çaresiz kalıyor. Yine akla kötü durumlar veya olaylar gelmesin; sıradan ve hayatınızda hafif bir esintiye ihtiyaç duyduğunuz anlar da dahil bu çaresiz kalınan anlara. Böyle zamanlarda "yeni" birine ve yeni şeyler denemeye niyetlensede insan bunun gerçekten doğru şık olduğuna inanması bazen bir kaç başarısızlık sonra olabiliyor. Yine en garanti yol bilindik olanlar; hani susayınca su, acıkınca yemek gibi net bilinen birşey olmalı. Oysa elde bilinen herşey o an için bir türlü sonuca götürmüyor ve kadere razı olup boyun eğdiğin anda unuttuğun birşey çıkıp geliyor. Yüzünde taze rüzgarı hissediyorsun, hatırlıyorsun. İşte o an bu rüzgarın, unutmanın nefesi olduğunu hatırlıyorsun ve hayatında unutmanın acıkmak gibi, susamak gibi seni sonunda küçücük ve sıradan bir anda hazza götürecek bir yol olduğunu anlıyorsun. Unutmadan insan nasıl tadabilir aniden hatırlamanın verdiği hazzı?
Unutmanın kendisi de bu hazzın kaynağı biz hiç farketmesekde; dualarımızda bildiğimiz ve unuttuğumuz şeylerin aracılığını diliyoruz. Birşeyi tamamen kaybetmektense biryerlerde unutmuş olmayı yeğliyoruz. Bazen kendimizi unutup başkaları için yaşıyoruz (bunun kendisi başlı başına bir mutlulukken), sonra tek başımıza "kimsesiz ve yalnız" kaldığımızı sandığımız bir anda keni varlığımızı hatırlayıp bununla teselli buluyoruz. Daha ne çok şey var unutmak ve onun tatlı meyvası hatırlamakla ilgili mutluluk veren; eminim herkes kendi hayatından birşeyler bulabilir. Ben mesela; biten dostlukların ardından yakılmadan kalan bir fotoğraf buldum, onu bir kitap arasında "unutmuşum". Tekrar baktığımda unutmuş olduğuma ne çok sevindim. Öfkemin elinden kurtulmayı sadece unutmam sayesinde başarmış ve şimdi doğru zamanda çıkıvermiş karşıma.
Kötü zamanlar ve acı veren insanlar için unutmanın hikmetini anlatmaya zaten gerek yok. Onları hatırlamak da insanın yüzünü buruşturup bazen gözyaşı dökmesine sebep oluyor ki her ağacın meyvası tatlı olacak diye bir kural yok, bu da hayatın kendi içindeki dengesi. Ben bunca zaman bana sunduğu meyva ziyafeti için beynim ve kalbimi kutluyorum. Çünkü onlar sayesinde bir zamanlar unutamamanın azabını çektiğim şeyleri şimdi sadece hatırlıyorum ve karşıma aniden çıkan bir yüz ya da ismin hiç unutmamış olduklarımdan nasıl daha mutlu ettiğin biliyorum.
Sakın yanlış anlaşılmasın, kötü ve ya zor zamanları ya da acı veren insanları kastetmiyorum sadece; bütün renkleriyle ömrün kısa bir anını ve ya bir kahramanını unutmak diyorum. Neden mi? Çünkü öyle zamanlar oluyor ki insan bildiği bütün denklem , formül ve planlarıyla olayın göbeğinde çaresiz kalıyor. Yine akla kötü durumlar veya olaylar gelmesin; sıradan ve hayatınızda hafif bir esintiye ihtiyaç duyduğunuz anlar da dahil bu çaresiz kalınan anlara. Böyle zamanlarda "yeni" birine ve yeni şeyler denemeye niyetlensede insan bunun gerçekten doğru şık olduğuna inanması bazen bir kaç başarısızlık sonra olabiliyor. Yine en garanti yol bilindik olanlar; hani susayınca su, acıkınca yemek gibi net bilinen birşey olmalı. Oysa elde bilinen herşey o an için bir türlü sonuca götürmüyor ve kadere razı olup boyun eğdiğin anda unuttuğun birşey çıkıp geliyor. Yüzünde taze rüzgarı hissediyorsun, hatırlıyorsun. İşte o an bu rüzgarın, unutmanın nefesi olduğunu hatırlıyorsun ve hayatında unutmanın acıkmak gibi, susamak gibi seni sonunda küçücük ve sıradan bir anda hazza götürecek bir yol olduğunu anlıyorsun. Unutmadan insan nasıl tadabilir aniden hatırlamanın verdiği hazzı?
Unutmanın kendisi de bu hazzın kaynağı biz hiç farketmesekde; dualarımızda bildiğimiz ve unuttuğumuz şeylerin aracılığını diliyoruz. Birşeyi tamamen kaybetmektense biryerlerde unutmuş olmayı yeğliyoruz. Bazen kendimizi unutup başkaları için yaşıyoruz (bunun kendisi başlı başına bir mutlulukken), sonra tek başımıza "kimsesiz ve yalnız" kaldığımızı sandığımız bir anda keni varlığımızı hatırlayıp bununla teselli buluyoruz. Daha ne çok şey var unutmak ve onun tatlı meyvası hatırlamakla ilgili mutluluk veren; eminim herkes kendi hayatından birşeyler bulabilir. Ben mesela; biten dostlukların ardından yakılmadan kalan bir fotoğraf buldum, onu bir kitap arasında "unutmuşum". Tekrar baktığımda unutmuş olduğuma ne çok sevindim. Öfkemin elinden kurtulmayı sadece unutmam sayesinde başarmış ve şimdi doğru zamanda çıkıvermiş karşıma.
Kötü zamanlar ve acı veren insanlar için unutmanın hikmetini anlatmaya zaten gerek yok. Onları hatırlamak da insanın yüzünü buruşturup bazen gözyaşı dökmesine sebep oluyor ki her ağacın meyvası tatlı olacak diye bir kural yok, bu da hayatın kendi içindeki dengesi. Ben bunca zaman bana sunduğu meyva ziyafeti için beynim ve kalbimi kutluyorum. Çünkü onlar sayesinde bir zamanlar unutamamanın azabını çektiğim şeyleri şimdi sadece hatırlıyorum ve karşıma aniden çıkan bir yüz ya da ismin hiç unutmamış olduklarımdan nasıl daha mutlu ettiğin biliyorum.