Bugün resimlere bakıyordum, resimlerdeki gülen yüzlere... Güzel bir şarkı çalıyordu, resimdekiler benim gibiydiler.. Ama baktığım hiç bir resimde ben yoktum, tanıdığım herhangi biri yoktu. Resimlerde tanıdığım tek şey "geçmiş" duygusuydu. Geçmiş; devası bulunmayan bir yara değil mi? Benim için öyleymiş, onu anladım. Kimin olduğu önemli değil, ne yaptıkları da.. Önemli olan yaşanılan anların tekrar yaşanmayacak, elde kalanın yetmeyecek olması. Bakıp görüyor musun? Sende de var bu yara izi.. Belki benimki kadar sızlamıyor, belki varlığını bile unuttun ama var. Bu sızı geçmişteki güzel anlara özlem değil; işte kanıtı, önümde bambaşka insanların hatıraları ve bendeki hüzün...
Küçükten beri otobüslerde cam kenarına oturup geçtiğimiz yerleri seyretmeyi severim, bunu herkes sever. Hani bazen ilginç yerleri hızlı geçer ya kafanı çevirir arkana bakarsın görüntü gittikçe küçülür, tam göremezsin.. Ben bundan bahsediyorum; yani kısa bir yolculukta katlanılabilir bir duruma ömür boyunca maruz kalmaktan. Zaman otobüsünde yaşamaktan sıkılmadınız mı? Siz farketmiyor musunuz? İşte bu çekilen resimler, sadece bir anlık halimizi gösteriyor, hesabedin hızımızı.. Bana "Gönlünce yaşayamadığın için sana öyle geliyor." diyebilirsiniz, bu doğru olur ama herkes kadar yaşadım; ne eksik ne fazla. Bunun anlamı şu ki hepimiz bu otobüs yolculuğunda her yaş, dönem için belli bir miktar anı alabiliyoruz. Herkes kendince bir cüzdan, bir çanta veya bir sandık getiriyor anılarını koymak için. Benim gönlümde ise koca bir oda var, her bir anı için hemde. Evet bir avuç anı bir cüzdan için şişkin, bir çanta için normal, bir sandık için az gelebilir.. Koca odayı düşünsenize, içinde bir avuç anı... Hepimizin zamandan umduğu ve alması gereken farklı,bizi farklı kılan da bu. Bu yüzden bazısı kendi geçmişine bile dönüp bakmazken benim gibiler başkalarının geçmişlerinde bile hüzünlenir. Evet, zaman herşeyi eşit bölüştürmüştür ve dağıtmıştır. Ama bu odaların tarihi benimle yaşıt, bunları ben yapmadım ki. Bu haksızlık değil mi? Yani bir insana istediği gibi dolduramayacağı odalarla dolu bir ev vermek? Bu insanı umutsuzlaştırmaz mı? Bu geniş ev, insanı yalnızlaştırmaz mı?
Artık cam kenarı falan aramıyorum geçip oturuyorum bulduğum yere. Çünkü bir anlık kareler bana yetmeyecek nasılsa, dönüp baktığımda koca ve boş bir duvara asılı bir tek resim göreceğim. Ne gereği var? Bu hüzünü bana yaşatan şeyi bulmuş olduğuma seviniyorum, çünkü hep dediğim gibi ne olduğunu bilirsem ona direnebilirim.
Yine de içimden bir ses bu duvarları dolduracak günler var diyor, hiç birşey amaçsız değildir. Hayatıma ilkbahar gibi giren o ses, cıvıltı belki o yeşillendirecek bir dal parçası arıyordu ve ben dilek ağacı olmaktan sıkılmış bu çaputlar yerine kendi yapraklarımla giyinmek istiyordum. Bu zamana kadar bu çaputlara yuva olan kollarım neden var diye düşündüm mü? Bak işte şimdi meyve tutmaya başladılar... Seviyorum, ve bu sevginin bana öğrettiği bir şey var; sevgi gücüyle değil sürekliliğyle değer kazanmak istiyor. Ben bu yüzden her kuruyan dalımda sorgulamıyorum sevgimi, sevgilimi. Biliyorum ki her eksilen parçamda kalanlarım güçleniyor. Bir parçam yılbaşı ağacı oluyor, bir parçam sobada yanıyor; yüzlerce yaprakla gökyüzünden bulutları kovuyorum, bir kolumda çocuk gönüllü yarimi sallayarak.. İşte, hayalimdeki ev.
Olacak, bu odaların dolması imkansız değil. Bu zamana kadar hayatıma girenlerin gücü bu kadardı, gönüllerinden kopanı bölüştüler... Geçmişi de, bu hüznü de seviyorum. Bana acizliğimi, azlığımı hissetiriyorlar. Ben yetmiyorum, bu yüzden bu hüznün sonbahar rengini evimden atacak bir ilham perim var..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder