29 Ağustos 2014 Cuma

İnsan

Dünyanın kopmamış en uzun bağı bir canlı ırkıdır. İlk var olduğu günden bugüne kadar bir şekilde hayatta kalmayı başarmış kuşlar, kediler, insanlar... Gezegenin çetin şartlarından bazen şansları yaver gittiği için bazen de zekalarıyla kurtulmayı başarmış tüm canlılar için bilim insanları tarafından kullanılan ifade "seçilmiş"tir. 


Seçilmiş olmak demek akıl, şans ve uygun koşullar üçlüsüye doğru yerde doğru zamanda olmayı başarmış olmak demektir. Gelişmiş bir medeniyete, bilgiye ve yeteneğe sahip olsa da insan ile küçük bir bakteri arasında "seçilmişlik" alanında en ufak bir imtiyaz yoktur. Binlerce yıllık tarih kitaplarında bahsedilen hastalıkları bugün de görebiliyorsak bunu anlamak pek de zor olamasa gerek.


Yola devam eden her zaman en güçlü, en dayanıklı ve ya en zeki olan mıdır? Elbette hayır bazen zeka ve güç şansın gerisinde kalır, kazanan olaydan habersiz bir canlı olur. En bilindik hikaye olan Tarzan böyle bir denklemin eseri değil midir? Daha gerçekçi bir sonuç isterseniz dinozorlar döneminde yaşamış küçük memelileri inceleyebilirsiniz. Bu istisnalar tarih boyunca olmuştur ve olacaktır da...  Dünyanın indeksinde yerini alan her canlı gibi insan için de çeşitli efsanelere konu olmuş böyle istisnalar mevcut.

Güçlü,yetenekli ve zeki olmak diğer canlılar için tek bir sonuçla değerlendirilir;hayatta kalmak. İnsan için ise farklı bir durum söz konusu. Tarih kitaplarında  insan hayatlarını okurken onların hayatta kalmak için yaptıklarıyla değil, hayata kattıklarıyla değerlendiriyoruz. Medeniyet dediğimiz olguyu inşa eden, insanlık dediğimiz kavramı ayakta tutan ve ya inancı bir sancak gibi dimdik ayakta tutan insanlara değer veriyor, onların hayatlarını merak ediyor öğreniyoruz. Peki bu insanlar için ne diyeceğiz? Bilimsel anlamda "seçilmiş" değiller... Ölür veya öldürülürken ardı sıra devam eden bir nesil bırakamamış ama bugün tarih sayfalarında  isimleri yazılı olan o insanlar birer "kayıp nesil" midir?

Bizler diğer canlılarla aynı göğe bakarken farklı şeyler gördük. Onların hayatta kalmak ve "seçilmiş" olmak için döktükleri kan, ter, aldıkları can, verdikleri mücadeleyle birlikte kimimiz bu göğün altında geçen onlarca geceden sonra hayatın amacını düşündü... Neden yaşaması gerektiğini, nasıl yaşaması gerektiğini ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bu insanlar fiziki bir bağ ile yola devam etmek yerine yüzlerce,binlerce milyonlarca insanın zihninde devam ettiler yola. Hayatları hayatlarımıza karıştı ve bizim fiziki mirasımızdan çok daha önemli birer miras haline geldiler. 

Bilimsel anlamda seçilmiş olmak, yani hayatta kalmak ve nesiller yetiştirmek her canlı için ortaktır bu insana ayrıca bir değer katmaz. İnsana değer katan şey nesiller boyu taşıdığı fikirlerdir. Tıpkı yıldızlar gibi bazen bu fikirler daha fazla ışık saçar, bazen küçülür ve bir karadelik olur, bazen patlayıp etrafa saçılarak yeni fikirlere kaynak olur... Bizler bu yüzden, aynı göğe baktığımız halde aynı manzarayı göremeyiz. Elbette içlerinden birini seçip onun sıcağı, ışığı ve  bir arada tutma gücüne sığınacağız ancak gerçek bir medeniyet için geri kalan yıldızların da bizim için bir anlamı olmalı.

12 Ağustos 2014 Salı

Fark

İnsanın hayat boyu fikirlerinin keskin dönüşlere uğraması pek beklenen bir durum değildir, zaten toplumda da normal karşılanmaz.  Aynı fikir üzerinde yıllaca düşünüp yazmış insanlara ise bu fikri işleyiş biçimlerince yaklaşmak lazım, çünkü bazen bu insanlar fikirlerini ikide bir değiştiren insanlardan daha değersizleşebilirler.

Bir fikir veya düşünce onu taşıyacak evrensel kaidelerden en az biri üzerine oturtulur. Bu kaide kişinin ya da tüm insanlığın tavizsiz savunduğu ilkeleri barındırır. Üstüne koyduğu fikir ve düşünce ise zamanla gelişime bağlı olarak değişebilen  bir yorumdur. Yorum farklılıkları, farklı kaideleri esas almaktan kaynaklanabilir; mesela insan sağlığı için sigaraya karşı çıkanlar ile özgürlüklerin kısıtlanmayacağı düşüncesiyle sigara kararını insanların kendisine bırakmayı savunanlar buna örnektir. Yada aynı kaide üzerinde farklı  yorumlarda olabilir;
tüm insanları yaşatmak için her türlü imkan  kullanılmalı diyenlerle; insanların çoğunluğunu yaşatmak için bazıları feda edilebilir diyenlerde olduğu gibi.

Fikrinizin kaidesi ve yorumunuz ne olursa olsun, dış dünya sizi nasıl etkiliyor, önemli olan bu.  Eğer fikrinizin  güçlü olduğu dönemde de güçsüz olduğu dönemde de aynı tavır ve hassasiyetlerle hareket ediyorsanız siz bir fikir adamı olmuşsunuz demektir. Fikrinizin katılığı veya esnekliğinden ziyade sizin bu fikir için ödediğiniz bedel ve süregelen davranış tutarlılığınız sizi önemli bir düşünce insanı yapar. 

Ancak siz fikrinizin güçsüz olduğu dönemde esnek, uzlaşmacı, naif bir tutuma bürünüp fikrinizden tavizler veriyor (yada koşullar gereği böyle görünüyor)  ama güçlü olduğunuz dönemde bu tavrınızı değiştirip katı, uzlaşmaz  ve yargılayıcı/ezici bir tutum sergiliyorsanız yani başkalaşım geçiriyorsanız bu sizi ancak bir güç fetişi yapar. Güce ulaşıncaya kadar herşeyi yapan ama güce ulaştığında sanki o yaşantınızın daimi bir parçasıymış gibi davranan tutarsız ve aslında değersiz bir insan olursunuz.

Gerçekte fikirlerinin doğruluğuna kesinlikle inanmış biri kendisinin güçsüz olduğu durumda bu doğruları kabul etmeyen koşullara karşı tavizsiz bir mücadele sürdürülmesi gerekirken güçlü olunduğu dönemde fikirlere bağlığı zorla değil uzlaşma ve hoşgörüyle gerçekleştirmeldir. Her iki koşulda da insanları ve kişiliklerini değil onları esir olan yanlış olduğunu düşündüğü  fikirleri hedef almalıdır.

Güçsüzken adil olmak herkese kolaydır önemli olan güçlüyken adaleti kurabilmekte. Güçsüzken nezaket ve hoşgörüyü herkes diler eğer güçlüyken hoşgörü ve uzlaşmayı hakim kılabilirsen büyük bir fikri savunduğunu kanıtlamış olursun. 

Bunları yapmadığımız sürece tarih hakkımızda nihai kararı düşecektir...