25 Ocak 2011 Salı

Hasbihal

Uzun zamandır temebellik edip açık açık ve uzun uzun yazamıyordum. Buradan bakınca formatı şiire benzeyen yazıları çok iyi yaptığını sanıyormuş gibi görünmek istemem, sadece uzun yazmaya üşendiğim şeyleri kısaltmayı yeğliyorum... Burdan kazandığım vakti neye harcıyorsam artık...

Belli ki uzun zaman yazamayacağım (ne zaman böyle şeyler söylesem hep imkan buluyorum ya neyse) bu benim kendimle hasbihalim, mevcut durumu değerlendirmem olacak. Şuan uzak bir memlekete gitmek için hazırlık yapıyorum, zor iklim ve zor koşullar.. Ama insan alışıyor, bunca yıllık insan yaşam değişiklikleri bunun en büyük örneği. Alışılmayacak şeylerde vardır tabi, bunlardan birkaçından bahsedeyim;


Bir kere aile çok uzak kalınacak birşey değil. Zaman zaman kapıyı çekip gittiğin, geç saatlerde döndüğün ve geç kaldığında seni arayan bir ev olması insana farklı bir güven veriyor. Ailemden çok uzak kaldım ama hiçbirinde buna alışmadım, alışmayı istemedim..

Dostlarım, bazı şeyler azaldıkça kıymetleniyor tıpkı elmas veya altın gibi. Gittiğim yerlerde tanıyacağım insanlar olacak, ama "boşver" demeyip derdimi anlatacağım insanlar olmayacak, onlar uzakta kalacaklar.

İstanbul, bu şehirde otobüs trafiğe her takıldığında lanet etsemde geçmiş tecrübelerim gösteriyor ki İstanbul diğer şehirlerden farklı olarak uzun yolculuklarında taş, kaya veya ağaç yerine insan manzaraları hatta bazen kısa filmler izletiyor insana. Bu yüzden hergün bindiğim otobüsün beni 40 dakikada evime getirdiğini düşününce çok şaşırmıştım. Bu şehrin ne istediğini bilen insanlara veremeyeceği şey yok. Bunu geç öğrenmiş olmanın verdiği pişmanlıkta bir kat daha zor gelecek bu ayrılık..

Çoğu insan gidişinin ardından yokluğunun hissedilmesini ister, bu aslında hayatta bir iz bırakabildiğini görme isteğidir. Ben bunları görmeden de yaşayabilirim.  Bu küçük hesaplar insanı daha iyi şeyler yapmaktan ve yaşamaktan alıkoyar... Küçük hesaplar yapan insanlar için yakalanan bu açık insanı gem vurulmaya müsait kılar. Yaşadığımız devirde sosyalağlar yoluyla hayatımıza giren "beğen" kavramı insanın içindeki keşfedilme isteğini kamçılayıp onu kendinden çok başkalarına göre programlayan bir silaha dönüştü. Bu hayatın tümüne yayıldı ve insanlar artık başkaları görsün diye yaşamaya, fotoğraf çektirmeye ve yazmaya başladılar. Çok genç insanlar çok bilgece lafları taşıdıklarını idda etmeye ve bunu göstermeye çalışıyorlar.. Bendeniz bu zamanda kendi kendime günceler tutarak ilerde veya yakın zamanda tek başıma veya sevdiklerimle değişimi izlemek istiyorum ve bu kısacık geçmişimi taradığımda kendimdeki değişimi görüyorum, bu bana dahası için şevk veriyor.

Gittiğim yer beğenilmek kaygısından daha somut şeylere ihtiyaç duyulacak bir yer. Bir zamanlar bir hedef olan "mesleğini yapabilmek" gerçekleşirken sıradan bir hal olan akşam yemeğine ailemle birlikte oturmak geri dönüşüme dek hedefim olacak. Antalyaya gittiğimde aklımda büyük şeyler olmadı hiç, küçük önemsiz gibi duran şeylere hasret çektim.. Yine aynı olacaktır. Hem çocukluğum, hem gençliğim hemde öğrenciliğimin geçtiği bu şehirde ömürleri birer günü geçmeyen eğlenceleri, bir mevsim kadar süren arkadaşları değil.. Bahçemde bütün bu süreci bilen kavak ağacını, bahçemi özleyeceğim. Şimdi güldüğüm birçok derdimi anlattığım dostlarla sıradan bir günü özleyeceğim.. Kızıp kapısını vurarak çıktığım ve gece yarısı  tekrar döndüğüm zamanlarda  evimde bana ayrılan tatlıyı özleyeceğim.. Benim kimsenin beğenmesine veya ilgisine ayıracak vaktim olmayacak ki, ben tepeden tırnağa dolu gidiyorum oraya.

Hayatımın kalan kısmını belirlemek için büyük kararlar alacağım yıl 2011, umarım beklendiği gibi sahip olduklarımı birbirini iliştirmem için bana birkaç hediye verir. Ben, döndüysem ve bu satırları okuyorsam umarım sahip olduğum herşeyinn değerini bir kez daha anlamışımdır

14 Ocak 2011 Cuma

Yaşlantı


Bende bir hal var,
anlayamıyorum,
okumadan sayfaları çevirir gibi..
sadece
resimlere bakarak yaşıyorum sanki.
gülüşlere ciddi bir yüzle set çekiyorum
gençliğe, o canlılığa kıskançlığım dayanılmaz.
saçlarım,
şimdiden birkaç yıldız ekledi karasına.
herşeyi yaşamış gibi yorgunum.
üstelik,
yaşayamadıklarımı yaşayan
bin bir bahanemi bir anda yıkanlara kızıyorum.
yıkılan her bahanem altında
evsiz kalan biçare hayallerim..
ben, çok uzak mıyım
yüksek sesle şarkı söylediğim caddelerden..
ve yaşlardan?
Ne halim varsa göreyim diye çıktığım yollara
soluklanacak bir bank arayan
ihtiyar gözlerle bakıyorum.

Bende bir hal var..
Sadece bende değil
tanıdığım herkeste bu hal sonbahar sarısı gibi..
bir bank bulsak da otursak,
hiç yürümeden yürüdüğümüz yolları konuşsak
hiç bitmese, tekrar tekrar bıkmadan anlatsak..
oturup kaldığımız banktan baksak dünyaya.
Beden taşıyor kendini
ona ağır gelen ruhun bezginliği.
Yaşamak için her an hazırken
imkansızlıkla fişlenen hayallerle ezilmiş
anne ve babadan ayrı düşmüş
kendi kendimizin yetimleriyiz.
tek tesellimiz birbirimiz kalmışız
ki
teker teker eksileceğiz
biliyoruz...



Bende bir hal var..
sızlanmaya yer arıyorum.
bir diş ağrısı, bir kesik..
eksik bir kağıt parçası yada
bir anı halkası..
geceleri uykusuz kalmaya yetiyor.
kafamda çakan şimşekler
yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bıraktı
her düşüncede sığınacak bir saçak arıyorum.
adı bu, yaşlanıyorum..
kızıyorum gençlerin soytarılıklarına
aslında zamanında onlar kadar cesur olmadığım için
kendime..
oturup insanları izlemeyi tercih ediyorum
çünkü yeniler ağır geliyor ruhuma,
tanıyamama korkusunu taşıyamıyorum.
halime üzülmekten başka çarem yok..
yaşlanmayı yaşamaya yeğliyorum
saçak altlarında bekleyip içimden;
"yağmur dinsin söz, koşup gideceğim" desemde
bu yağmur bitmeyecek..
bu benim kendime biçtiğim son bahanem.
keşke..
yeniden sırılsıklam olabilsem.