30 Aralık 2012 Pazar

Yılsonu, Yılbaşı

İzleyicisini çok severmiş gibi yapan programların iki yüzlü son cümlesidir genelde "Bugünlük bize ayrılan sürenin sonuna geldik..." yani zaman bitmese, senelerce burada sizlerle olmaya devam edecektik. İşte bu cümlede doğru olan tek şey, zamanın hiçbir yere gitmediği, bizim onun içinde yol aldığımızı ifade etmesidir.

Bunun dışında cümlelerimizde genelde "süreniz bitti,  zaman doldu, zaman yetmedi, zamanı geçmiş, zamanı gelecek..." gibi zamanı parmağına anahtarlık etmiş küstahlık var. Evet, zamanı bulan insanoğludur ama insanda daima kendi eserlerine esir olma psikolojisi vardır ki bunları putlarda, ülkelerde ve parada görmek mümkün. Ne yapıyoruz? Bütün işlerimizi paşa paşa zamana uydurmaya çalışıyoruz, gözümüzün önünde saniyeler aynı rahatlıkla adım adım ilerlerken biz kalkmak üzere olan otobüse takır takır koşuyoruz..

Sonra? Sonrası işte doğum günlerimizi, bayramları, bekliyoruz.. Ve yeni yılları. Eğer gerçek anlamda yeni yıla bizim ulaşmamız gerekseydi 2000li yılları gören çok çok az insan olurdu herhalde.. Çoğu ayağına kadar gelen eşikten şuursuzca geçiyor. Günü gelip tüm zaman aletlerini parçalayabilsek...Biri güneşe, biri aya bakar yine kendini sıkıştıracak bir mengene bulur.. Geri kalanlarsa umrunda olmadan yaşar.

İşte bu meraksız, tüm herşeyi oluruna bırakmış basiretsiz kitle bir ur gibi duruyor insanlığın gözkapağının üstünde. Herşeyi dar bir aralıktan görüyor ve anlamaya çalışıyoruz sırf bu yüzden. Bu zamana kadar bu belaya neşter vurmaya kalkan herkes "iyi huylu" bu urdan intikam almaya çalışan zorba olarak tarihe geçti. Teşhis konuldu, tedavi ise hep zamana bırakıldı.. Evet, zamana..

Oysa zaman için yürüdüğü yolların, geçtiği dimağların, rüzgarların fırtınaların, ölümlerin ve gözleri tam görmeyen aciz efendisi insanın hiç bir önemi yok. Çünkü insanlık bir gün yok olsa da, tüm saatlerin pilleri bitip, tüm kum saatleri kırılsa da hatta dünya patlayıp yok olsada o yine güneşle ayın hatta binlerce galaksinin binlerce yıldızının voltasında olacak... Ölümlü insanın kendi keline süremediği ilaç, ölümsüzlük zamanın damarlarında şırıl şırıl akmakta..

Hani sihirbazlar vardır; hileli kutuya koydukları gönüllü izleyicileri bıçaklarla  ortadan ikiye keserler. Sonra kutuyu tekrar birleştirdiklerinde  izleyici birşey olmamış gibi yürür gider..  Biz de kendi sihirli kutumuz olan takvimlerde kendimizce zamanı günlere, haftalara, aylara ve yıllara bölmüşüz. Bölmekle kalmamış, her bir parçasını peşinen birilerine dağıtmışız.. Sözlerimiz var "bir ömür boyu", "yıllarca seveceğim" diye... Oysa kutu hileli, zaman yekpare... Önce ailesinden, sonra yaşadığı yerlerden ve en sonunda tüm sevdiklerinden kopup giden biziz..

Zamanı bu şekilde bölmenin tek faydası  umut etmenin kolaylaşması. Kaybeden, kazanan, azalan ve ya çoğalan insanın içinde bulunduğu andan daha iyisine ihtiyacı hep olmuş ve olacak.. Bu yüzden yeni bir an, saniye, dakika, saat.. Yeni bir yıl veya yeni bir çağ demek daha iyisi için umut demek.

Yeni yıl bu yüzden mutlulukla karşılanır; çünkü mutlunun da mutsuzun da buluştuğu tek nokta umuttur..  Lakin bunu anlamayan, zamandan çok zamanın bu hayali parçalarıyla meşgul zihinlerdir ki anlamadıkları herşeyin günahını zamana bağlamış  ve bunu da "zaman bozuldu" gibi bir deyimle özetlemişlerdir.
Kim mi bunlar? Tedavisi zamana bırakılmış iyi huylu urlar...


Bu yıl sonuna ulaştığım için mutluyum,benim tek temennim sahip olduklarımı koruyabileceğim bir yeni yıl daha yaşamak.. Daha iyisi için umudum elbetteki var da yürümek için gücüm olacak mı, işte orasını Allah bilir:)

4 Kasım 2012 Pazar

Kavak Yelleri

Yazmayalı uzun bir zaman oldu, bunun sebebi ben değil "Şapka"dır.Nicedir onu okunabilir bir hale geitmeye çalışıyorum, ama bir türlü zaman yetmiyor onu kendim için okunabilecek bir hale getirmeye. Bende vazgeçtim en sonunda ve yarım bırakılanlar kısmına ekledim. İçimde esen rüzgarla kımıldayan yaprak seslerine kulak verdim;

Çocukluğumda bahçemizin sınırını tutan ve aşağı inmek için bizim tutunduğumuz kavak ağacını gördüm geçen gün. Yerde boylu boyunca yatıyor.. Kavak ağaçları pek tercih edilmez genelde faydasız görülür. Onun yerine bahçelere üçer beşer meyve ağaçları dikilirdi.Babam ekmiş ta evimiz ilk yapıldığında.Çocukluğum üç tane kavağın ilkbahar ve yaz aylarında tutturduğu alkışlarla geçti benim, ben çok severim kavak ağacının o sanki yanından küçük bir dere akıyormuş gibi şakıyan yapraklarını. Bahar aylarında etrafa saçtıkları beyaz pamukçuklar, yalancı bir kış getirirdi.. Yere düşen dalları ve yaprakları güzün toplandığında büyük bir kamp ateşi gibi yanardı ve tabi etrafa sıçramaması için biz de yanında dururduk. O dönem çocuklarının populer oyunlarından biri olan yay ve ok yapmak için kavak ağacı kullanılamazdı.Çünkü dalları ne ok ne de yay olmaya müsaitti... Biz başkalarının ağaçlarından dal keserdik mecburen. Bahçemizde koskoca üç ağaç vardı ama o dönem oyunlarımızda (salıncak kurmak dahil) pek işimize yaramadığı için aslında pek ağaç gibi gelmezdi bize. Bizden önce var olan bu ağaçlar sanki bizden sonra da olacaklardı. Ama eve en yakın olan ikisi inşaat sırasında ve sonuncusu ise geçtiğimiz gün kesildi.

Ben o ağaçların dallarını topladım, hatta yakmaları için sağa sola verdik.. Külleri ve dumanı koca bir alana yayıldı bu vesileyle... Geçen gün kesilen ağacı gördüğümde aklıma çocukluğum geldi, bir umutla bu ağaçlara bakar gözüme yay olabilecek bir dal kestirmeye çalışırdım, bazen kesecek kadar gücüm olmaz bazen de kestiğim dal daha ipi bağlarken kırılırdı. Şimdi boylu boyunca yatan ağacın bütün dalları önümde, ama ben kalede  savaştan arta kalan boş topları ziyarete gelmiş bir ihtiyar gibi hissediyordum. Küçükken ağaçlara bir dal için bakışım nasıl yine gelmişti aklıma... yapamadığım herşey bir gün mutlaka ya böyle buruk bir anı olarak ya da başkalarının hayatlarında nispet yaparcasına karşıma çıkıyor.  Bugün de hakkıyla yapamadığım çok şey ve hakkıyla yaşamadığım bir hayatım var. Çevremde kavak ağaçları, sesleri öyle hoş ki insan dalıp gidiyor.. Keza hüzünleride beyaz, yalancı bir kış gibi etrafımı kaplıyor. Ama ne zaman gerçekten ihtiyaç duyarak baksam, tıpkı yay  aradığım çocukluğum gibi  ellerim bom boş kalırım. 

Ben hayatımdaki ağaçları kesmeye kalksam işte hep bu rüzgarımla dans eden kavak ağaçlarının  şarkısına aldanır kendimi o ağacın gölgesinde gözlerim kapalı bulurum.  Zaten lüzumu yok artık kesip biçmenin, tıpkı bahçemizdeki o ağaç gibi bir gün benim dışımda bir sebepten toprağa uzandıklarında farkedeceğim çekip gittiklerini. Tabi yine aynı hüznü yaşayarak..,

Bahçemizdeki incir hala durur ve köşede biri yabani iki elma ağacı...  Meyvalarını beklediğimiz kayısı geçen yaz tamamen kurudu, cesedi dimdik duruyor lakin.. Ön tarafın tek sahibi dut ağacı ise kollarını kaybetti ama hala yaşıyor. Kendi paramı kazanıp istediğimi almaya başladığımdan beri bunların bana verebileceği hiçbirşey kalmadı. Ama bu yeni eve taşındığımdan beri kulağım, ruhum hep o kavak yelleriyle çırpınan yaprak seslerini arıyor...

Hiçbirşey amaçsız değilmiş demek ki.. Benden başka..



  

3 Mart 2012 Cumartesi

Eric'in Kravatı


Basit bir yaşamı incelemek vakit kaybıdır. Ancak basitlik tanımını yaparken algılarımızın verilerini kullanıyorsak her zaman bir hata payımız olacaktır. Sokakta yanımızdan gelip geçen sıradan insanlar için biz bu hata payımızı sıklıkla kullanıyoruz. Bilimkurgu filmler dışında uzaylıların dünyaya saldırısı hala gerçekleşmiş değil. Şu halde bunca kıyım, kayıp ve zararın sebebi olarak cezalandırdığımız insanlar hapishane hücresi veya tabuta girmeden önce bizlerin arasındaydı. Onlara kestiğimiz cezayı haketmeden önce onları durdurabilir miydik? Sıradan bir insan, Eric... Bakalım engelleyebiliyor muyuz?


Eric, ortasınıf insanların yaşadığı bir mahallede doğup büyüdü. Üniversite eğitiminden sonra bir vakıfta yönetici asistani olarak işe başladı. Çok fazla bir birikimi olmadan ve biriktirme hevesi gütmeden kendi maaşıyla rahatlıkla geçinebilmektedir. Eşinin küçük bir butiği vardır, bayanlara yönelik günlük kıyafetlerin bulunduğu bu butikte bazı kıyafetlerin tasarımı eşi Samantha'ya aittir. İşine yakın biryerde müstakil bir evde oturuyor, evli 2 çocuğu var. Çalıştığı vakfın sponsor olduğu futbol takımı maçlarına ve arkadaş eğlencelerine katılarak vakit geçirir. Çocuklarıyla her yaz mutlaka 1'er haftalık kamp yapmaya özen gösterir. Eşinin ve kendisinin anne babasını mutlaka ayda bir ziyaret etmeye özen gösterir.


Eric'in hayatına bakan biri onun bu sıradanlığını sıkıcı bulabilir. Oysa Eric herkes gibi hayatını devam ettirirken attığı her adımın kendisi için en iyisi olmasını isteyen, beklentileri olan bir insandır. İşte bizim algımızın hata yaptığı yer bu kalıp terimler ve kitap sözleridir. Eric'in beklentileri vardır, ancak bu beklentileri nelerden ve ya kimlerden biliyor muyuz? Doğru soruyu sorduğumuzda Eric'in hayatının kabuğunu açmış oluyoruz. Eric toplumun kendisi için belirlediği "birey modeli"ne uygun yetişmiş bir insan ve toplum üyesidir. Nedir bu model? Sınırlı kaynak ve imkanların bulunduğu çevre koşullarında "özgün" yetiştirilecek bireylerin bu kaynakların ve imkanların etkin kullanılmasına olanak tanımayacağını farkeden toplum bilinci tarafından oluşturulan "her duruma uyabilen" insan modeli. Bu durumda önemli olan bireyin varlığından ziyade toplumun varlığıdır, bu koşulsuz kabul görülen bir özveridir. Buna uygun düşmeyenler olacaktır, onların toplumdan dışlanması ve ya tam tersi toplum tarafından yüceltilmesi gerekebilir, her ikisininde toplumdan uzaklaştırma amacı taşıdığı dikkatten kaçmamalı.


Bu toplum bilinciyle yetişen Eric toplumda ihtiyaç duyulan mesleklere yönlendirilmiş ve bu yönde attığı adım iyi maaş ve ünvanlarla ödüllendirilmiş. Eric bilinçaltında kendisinin sadece bir piyon olduğunun farkındadır, kolayca değiştirilebilir ve yerine amaca daha uygun biri getirilebilir. Ona verilen iyi maaş ve ünvanlar da aslında yapılan işlerin aksamaması içindir. Toplum, ona sunduğu bu olanakların karşılığında işlerin aksamamasını, eşini kaybetmesi halinde bile bir-iki hafta içinde acısını yaşayıp "hayat devam ediyor" tesellisiyle işine dönmesini bekler. Eric bu şekilde yaşama adapte olabilmek için toplumun kendisine bakışını benimser ve hayatına uygular. Çalışma amacı değişen vakıf nasıl ki Eric'i çıkarıp bir kenara atabilecekse Eric'de hayatındaki her objeyi böylece çıkarıp atabilmeyi makul bir karar olarak görür. Zamanla Eric'in hayatında herşey bir kıyafet gibi görünmeye başlar. Oturduğu ev, arabası, eğlence arkadaşları, işlerin yoğunlaştığı zamanlarda anne ve babası bile.. Hayatındaki herşey Eric'in topluma olan hizmeti yanında değersiz bir kıyafet parçası olur ve çalışıp yorulan; yorulduğu için terleyen Eric hayatındaki kişileri bu koşullarda kendini rahat hissettirecek kişiler arasından seçer. Eric yanındaki insanların kendisine yakışıp yakışmadığını sorgularken ayna karşısında kravat seçer gibi düşünür. Ancak gün gelecek bu kafa yapısı onu toplumdaki rolü ile çok değer verdiği şeyler arasında seçim yapmak zorunda bırakacak belki. İşte o an Eric vazgeçemeyeceği (belkide kendi hayatı) şeyi korumak için bütün herşeyi göze almaya karar verbilecek. Geldiği noktada toplumu bir bütün olarak gören Eric'i durdurabilecek hiçbir bağlılığı kalmamıştır, o gerçeği bilincaltında özetlemiştir; "Bütün herkes piyon, hepsi değersiz.." Kapısının önünde eski sevgilisinden kalan kıyafetleri yakan kalbi kırık bir aşık gibi o eski hayatından arta kalan herşi yakmayı kendine bir hak görebilir. İşte o sıradan hayatın çöküşü.. Bugüne dek sıradan olan ve sokakta yanımızdan geçen Eric, ateşi bekleyen barut kıvamında hayatının temas ettiği her noktaya ince ince dökülür. Yeterli gücü varsa harekete geçmek ve bunca zamanlık aldatmacanın hesabını sormak için ayağa kalkar. Üzerine bastığı veya dağıttığı hayatlar ona "vicdan" ve "merhamet" soracak olur, oysa bilinçaltlarında aynı durumda olsalar aynı şeyi yapabileceklerini bilirler. Onlar aciziyetin  ağızlarında bıraktığı acı tadı dillerinde ürettikleri bu kelimelerle gidermeye çalışırlar.Bu koşullar altında toplum onu yüceltip kendi yapısından uzak tutmaya da çalışabilir ve ya sessizce onun gücünü ya da hayatını kaybetmesini bekler. Bunlardan biri gerçekleştiğinde onu zalim ve ya zorba olarak etiketleyip örnek alınmaması için sayflarca kötüler.Eğer yeteri gücü olmadan harekete geçerse Eric yakalanır, tabuta veya hapse gönderilir. Toplum onu veya mezarını suçun cezası olarak etiketleyip gelecek kuşaklara tanıtır.


Eric'i yetiştiren toplum bilinci bu tür istenmeyen durumlar için varlığını Eric'e sürekli hissettirecek sembollerle hayatında yer alır. Başındaki şapka toplumun şevkat dolu elidir, boynundaki kravat ise ona yaptığı işten başka birşeyi düşünürse boğazına yapışacak elini gösterir.Sosyal hayat içersinde işlenen suçların  bile varolması gerektiğini düşünen toplum bilinci için affedilmeyecek tek suç bu bilincin ta kendisini hedef almaktır.

Eric tüm bu kötü ihtimallerin gerçekleşmemesi halinde hayatına devam eder, sıradan bir şekilde. Bizler de onu bu şekilde tanımaya ve tanımlamaya devam edeceğiz. Ancak onda ve kendimizde farkedeceğimiz birşeyler olsun;

*Eric'in kravatından farklı desen ve şekillerde hepimizde var ve artık şapka takmamıza gerek görülmüyor.
*Hayatınızda size en yakın insanlardan bile vazgeçmemenizin sebebi bazen güçlü duygular yerine sadece çıplak kalma korkusu ve utancıdır.
*Eric hayatını dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bir gün kendi hayatını savunmak zorunda kaldığında bilinçsiz bir şekilde tüm dünyanın kendisine karşı olduğunu hissedecektir.
*İnanç kişiyi toplum bilincine körü körüne bağlanmaktan korur ve gerçek hayatın sonsuzluğunu anlatarak umut verir. İnançların temelinde yapılan faaliyetler kişinin kendi gelişimini sağlamak içindir. Bu şekilde bir sonuç vermeyen bir inanç da o toplumun kişiyi ele geçirmek için kurduğu oyunlardan biri olabilir.