17 Ağustos 2015 Pazartesi

Kıstas

Günlük ifadelerimizin bazıları yargı taşır. 
"Güzel bir gün."
"Zor iş"
"Rahat hayat"

Hepimizin bu sıradan cümleleri söylerlerken amacı evrensel bir kanun oluşturmak değil; sorulsun yada sorulmasın hayata /nesnelere/insanlara bakış açımızı ortaya koymaktır. Elbette bu "yargılama"da temel kıstas kendi hayatımız olduğu için çoğu kez görüşlerimizin ardında duran kitleler bulmamız güç.

Sıradan insanlar tüm toplum  için değer yargıları üretme , toplumu şekillendirme derdinde olmadığı için kitleler takip etsin veya etmesin kemiksiz dilinin el verdiğince hayatından parçalar koyarak oluşturduğu terazinin boş kefesine düşen her şey hakkında yargısını dile getirir. 

Hedefi daha büyük olanlar yani toplum inşası amacı güdenler bu konuda daha dikkatli ve özenli olmalıdır. Şimdi sayısız kitle iletişim aracıyla günler hatta saatler süren bir çalışma ile oluşturulan algıların herkes için kalıcı ve ortak yargılara dönüşmesi için her insan terazisindeki ölçme işlemi aynı yada benzer sonucu vermeli ki toplum istenilen yönde ilerleyebilsin. Çeşitlilik içeren toplumlarda bu işlemin başarılı olabilmesi için toplumun büyük çoğunluğunun benimsediği değer merkeze alınır ve kişiler/nesneler/kurumlar/ülkeler hakkında oluşturulmak istenen yargılara bu değer üzerinden algılar oluşturularak ve bu sık tekrarlanarak ulaştırılır.
Bu çeşit bir etkiye maruz kalan birey için "etkilenmiş", "kandırılmış" ifadeleri yersizdir, çünkü totalde kişi kendi terazisinde yaptığı işlem sonucu bu yargıya vardığına emindir.

Toplumun büyük kesiminin benimsediği değerler genelde "milliyetçilik" veya "inanç" başlığı altında  olduğu için  bireyin seçeneği dahi olmadan tarafını belli etmesi beklenir. Bu şekilde toplum değerleri, değerleri yorumlayan seçilmiş/atanmış/kabul görmüş kişilerin  çevirdiği hedefte evrimleşebilir, toplumun eski kuşaklarına yabancılaşabilir hatta köklerinden kopup bir kaç kuşak sonra anlamsızlaşacak bir kavram haline bile gelebilir.

Batıda yavaş yavaş yer eden sistemde ise merkeze alınan değer "insan" olduğu için sıklıkla "insan hakları" ile ilgili bir çoğu "özgürlük" başlığı altında yeni kavramlar üzerinden yeni bir denge kurulmaya çalışılıyor. Klasik "milliyetçi" ve ya "inançsal" tepkiler vermeyen toplumun hedeflenen yargılara ulaşması için hedefler yerine değerle güncelleniyor ve sonuç; hedeflere başarıyla ulaşılmış! 

Milli ve dini hassasiyetleri olan toplumlarda istenmeyen yön/kişi/kurum/devlet için telaffuz edilen kavramlar; hain, dinsiz, terörist, şeytan, iblis, günahkar.. 
İnsan temelli hassasiyet sahibi olan toplumlarda ise aynı yön/kişi/kurum/devlet için; katil, zorba, zalim, diktatör, insan hakları ihlali, sömürgeci, emperyalist ...

Bu yargıları toplumun bireylerinin kendi kendilerine verebilmeleri  için yargı verilecek şey hakkında işlenmemiş bilgiye sahip olması ve onu kendi terazisinde kendi hayatıyla ölçmesi gerekir Basının tüm dünyada battığı batak göz önüne alınırsa işlenmemiş bilgi hayal, bireyin kendi hayatı ise sanal karakterler ve bir çok reel faktör (geçim sıkıntısı, göç, bağımlılıklar..) nedeniyle asla tamamen kendisine ait değil. e o halde?

Basit bir örnek:
 
İşsiz A kişisi  kendi köyüne yapılacak B fabrikasının köye zarar vereceğini söyleyen C kuruluşu yetkililerinin aslında yatırımı baltalamak isten fitneciler olduğunu D gazetesinden öğreniyor (A kişisi B fabrikasının D gazetesine verdiği reklam vaadi yada her türlü ticari ilişki hakkında bilgi sahibi değil) A kişisinin B kuruluşu ya da D fabrikası hakkında nasıl karar vermesini beklersiniz?

Basit bir işlemle ortalama on yıl gibi bir sürede yetiştirilen kuşaklarda eğer sistem kendi değer yargılarıyla benzer sonuçlar verecek terazileri oluşturmak için benzer hayatlar inşa etmişse bundan sonrası sadece bu terazilerde yargıya dönüşecek algıları sık sık vermeye devam etmektir.

Eğer aranılan her durumda doğru tarafta yer almayı, adaleti gözeten ve evrensel değerleri gözeten bir toplum yaratmaksa öncelikle hayatların yukarıda bahsettiğim sanal ve reel prangalardan kurtulması gerekmekte.