
Kırılan oyuncaklarımı düşündüm, en başa sardım yani... Kırıldıktan sonra bir çöpten fazlası değillerdi o vitrin camlarında hayranlıkla izlediğim oyuncaklar. Sosyal yaşamda da farklı olmadı; kötü olarak nitelendirdiğim-yani bozulan- insanlardan uzak durdum, yok saydım ve kaçındım. Bunları neden anlatıyorum? Çünkü kırılmaz oyuncaklarımı kaybettim... Çünkü hiç ummadığım anda omzumda bir el hissettim, bu el beni çok iyi tanıyan ve artık benimde onu daha iyi tanımamı isteyen birinin eliydi.
Bu karşılaşmadan bir hafta sonra doktorun karşısındaydım, tavsiye edilen bir psikiyatr. Bana klasik çocukluğuna inme yolunu uygulamadı-aslında onunla konuşmalarımız bir çay muhabbetinden farksızdı. Beni merakla dinliyordu, bunun için para aldığını düşünmüyordu, buna eminim. Onunla karşılaşmanın öncesinden uzun uzun bahsettim, yakın geçmişimi bütün detayıyla önüne serdim. Gayet normal bir hayat sürüyordum, kafa sağlığımı bozan şeyi o karşılaşma öncesinde arıyordu.
"Oyuncakların kırılmadı, onları kırdın ve o arkadaşlarının hepsini başkaları bozdu. Biliyorum, çünkü çoğu kez bu oyuncakları ve insanları ben tamir ettim. Seninle yarışıyordum, sende insanlara iyilik dağıttığını söylemiyor muydun?"
Arkadaş ilişkilerim bayağı bir karışmıştı, kimse güvenilmeyi hak etmiyordu. Ardı ardına çekilen silahlar, ortaya dökülen içte kala kala çürümüş sözler beni bir süre okul çevresindeki yabancı kitleye itiyordu. Onlar henüz kokmuyordu ve benim sakin kafayla düzgün adımlar atmam gerekiyordu. Doktorum bana kaçtığım kişileri uzun süre tanıyıp tanımadığımı sordu. Elbette tanıyordum, en yakın dostlarımdı ama bu kaçış bir tür şımarıklıktı, temelde beni rahatsız eden kendi kontrolsüzlüğümdü. Bunu yeni tanıdığım insanlarda kolayca görüyordum; sanki aynı arabadayız ve benim direksiyonu iyi idare edememem onu korkutuyor ve hemen direksiyonu yönlendirmeye kalkıyordu, tam olarak buydu olan.
Ben iyilik dağıttığımı söylemedim, benim yaptığım sadece insanlardan bir vakit ödünç aldığımı onlara geri vermek. Oyunun gerçek kuralı bu değil miydi? "Ama hep yardıma ihtiyacı olmayanları seçiyorsun, kusura bakma ama bu böyle. Ben mesela, bir hamam böceğiyle bir kanarya arasında tek fark görmem; sen ise farkı görmediğini iddia edip kanaryaya giden bahane basamakları döşersin, yanılıyorsam söyle?" Senin yanılman ne mümkün! Tamam, bu benim hatam olabilir ve ben seninde bildiğin en büyük bahaneye sığınırım "Hatasız kul olmaz"
Olmaz! Ben bu arkadaşlarımı bırakamam! Şu dönem geçici bir dönem... Ben sadece onlara bir ders vermek için girdim bu uzak durma oyununa. Hem onlar benim peşimi bırakmaz... Bunca dil dökmeme rağmen doktorumun dediği şey şuydu; Kafanın içinde biriktirdiklerin ete bürünmek için zaman kolluyor, şizofrenin eşiğindesin. Bütün söylemediklerini söyle, boşalt orayı.. Durum ciddiye gidiyordu, keşke çocukluktan başlasaydık.. Hiç olmazsa biraz vakit kazanmış olurduk. Ama hala geç değil, hala ona çocukluğumu anlatabilirim..
"Bir insanın karakteri çocuklukta gelişir. Sen küçükken karıncaları arılara yem eden sonra arıların elinden kurtarmak için çırpınan adam değil misin? Senden küçükleri döven, ağlayınca da cebindeki parayla kendine alamadığın şeyleri ona alan çocuk sen değil misin? Bu iyilikleri hangi sınıfa sokmalıyım sence?" Beni ne kadardır tanıyor böyle! Dediğin gibi ben bir çocuktum! Merhametimin bencilliğimden fazla olmasıyla bile övünmeme izin vermiyorsun! Büyüdükçe taşlar yerine oturdu. Artık insanları ağlatmıyorum, başkalarının ağlattığı insanları güldürüyorum.
Bu bana ne kazandırır? Yani sıfırdan başlamak... Bunca emek verilmiş bunca insan, güven... Hepsinin güvenilmez olduğu yalanmış, şuan bunu düşünüyorsam evet bu düşünce oldukça yanlış. Esas problem şuydu; çoklu hayat kuramı (yani bütün arkadaş çevrelerini birbirinden uzak tutma ilkesi) çatırdıyordu, çünkü kişiler birbirine hızla yaklaşıyordu. Hepsinin bildiği ben aynı mıyım? Şimdi doktoru anlıyordum! Bir anda direksiyona yönelen ve farklı yönlere çeken bir sürü insan! Big-Bang! Ben ne geveze adammışım, her biri bir diğerinin ismini biliyor! Dahası kaleme hızla yaklaşıyorlar, yani kimsenin olmaması gereken yere! Sanırım bazı dostluklar bitecek, en dişli olanlar başta! Birileri ağlayacak, buna eminim..
"Güldürdüğün insanları diyorum bende, sana gülüyorlar. Onlar bunu senin merhametin olarak değil kendi zekâlarının sivriliği olarak görüyorlar. Sen yardım etmiş olmuyorsun, onlar seni kullanmış oluyor". Ondan böyle sözler beklemiyordum, bana iyilik yapmamamı öğütlüyor! "Ben sana iyilik yapmanın da kuralları olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Mademki bu yola girdin o halde gerçekten yardıma ihtiyacı olanla olmayanı ayırt etmen gerekecek. İşte karıncalara bakmakla her birini ayrı ayrı tanımak böyle bir şey... İnsanlar sana yardım ederken rasgele seçmediler seni, gerçekten ihtiyacın odluğunu gördüler."
Onları özlediğimi belli etmemeliyim, böylesi daha kolay olacak. Her zaman ki gibi kendine oyalanacak bir şeyler bul, oyalanacak hayatlar seç... İşte yine o arıyor, kapat!
Doktorum "Alt bilincinde bile akıl hastası olma korkusu var, yoksa bunca hayatı aynı anda bozutmadan nasıl yaşayabilir insan?" diyor, Peki ben neden buradayım?
Benim iyiliklerimi ve bana yapılan iyilikleri biliyorsun, ne diye üzerime geliyorsun? "Sana yardım etmeye çalışıyorum, taşıdığın çuval omzunu çökertmiş, ben diğer omzuna elimle bastırıyorum ve..." Çuvala yardım etmekten kaçıyorsun öyle mi? "Çuvalı taşımayı seçen sensin, bence sadece bir sürü ceset var o çuvalda ve çoktan gömülmeleri gerekiyordu." Daha onlarla işim bitmedi. "Oyuncaklarına can vererek Tanrı olmazsın. Hem onlara giydirecek doğru dürüst bir kıyafet bile yok, üzerindekiler sadece dikkatsizlerin göreceği bir kumaştan dikilmiş. Biri dönüp bir kez daha bakarsa?" Konu çuval değil, benim iyiliklerimdi ve ben gerçekten iyilik yapmak istediğimi, yanlış insanların benim suçum olmadığımı söylüyordum, bir Tanrı olmadığım için insanların içini göremiyorum!
Her ayrıntısına kadar bir bir dinamit yerleştirilmiş bu gemiyi kıyıdan iyice uzaklaştırarak imha etmeye karar verdim, bu doktorumun ve kafamın içinde doğru cevaplar veren yanımın tavsiyesiydi. O kadar alışmışım ki birilerinin kararlarına mühür basmaya.. Bundan sonra sadece tavsiyeler için...
"Sen daha kendini görmüyorsun, ben bile buraya sırf sana yardım etmeye geldim. Bu dokuduğun şey, sen hayat diyorsun, içinde ki güzel şeyleri de alıp gidecek. Gerçek güller satan yapma çiçekçi olacaksın. Sana büyüdüğünü hatırlatıyorum bir kez daha, artık kırılan oyuncakları tamir edebilirsin. Ama kırılmayan oyuncak yoktur ve bozulmayan insanda.. Kendine kırılmayan bir oyuncak ararken bozulup geride kalan sensin. O taşıdıkların, inan o kadar ağır değil, sana ağır gelen omuzların üzerindeki başın.." Geri döndüğümde onları yine güldüreceğim öyle değil mi? "Onların dikkatini gerçekten çekebildin mi?" Bir şey diyemem... "En iyi bildiğin işi yap, attığın karıncaları kurtar."
Doktorumu ilk ziyaretim, tedavi sonrası son derece ferah bir kafam var. Yeni yıkanmış bulaşıklar gibi, kimsenin yanaşıp kirletmesine izin vermiyorum. Söylemeyi unuttum, havaya uçan gemiden yüzerek gelenler var... Onların ne kadar tehlikeli olduğunu şimdi anlıyorum.. Ama bir fırsatları daha olmayacak. Beni buraya getiren karşılaşma, sanırım onu kimsenin detayıyla bilmemesi en hayırlısı. Doktorum bu konuda yeminli olduğunu söylüyor. Eski bir alışkanlık, zaten ona gerçek adım soyadımı vermemiştim...
"Onlara senin için iyi bakacağım, belki bir gün biri karşına çıkar.. Tamir edebiliyorum, beni tanıyorsun"
Artık tanıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder