29 Mayıs 2013 Çarşamba

Çocuk

Küçükken anne veya babamla alışverişe gittiğimiz günleri hatırlıyorum. Okul açılmadan önceki hafta ve çoğunlukla Eminönü'ne gidilirdi. Sırf bizim kıyafetlerimiz, ihtiyaçlarımız için saatlerce yürünür, dükkan dükkan gezilir ve nihayetinde akşama doğru yorgun argın ev yolu tutulurdu. Bütün bunlar sıradan şeyler, herkes benzerlerini yaşayarak büyüyor ama benim burada takıldığım küçük bir detay var; Hayatımda hiç kimse sırf benim küçük bir ihtiyacımı gidermek için bu kadar çok zaman harcamadı... Kendi adına hiçbir şey yapmadan, sadece benim için...

Anne ve baba özel insanlar, hayatımız boyunca bu şekilde bizim için uğraşan hiç kimse olmayacak.. Hayat boyu arkadaşlıkların en derin noktalarında bile sonuçta sizle o sıcak duygular arasında bir kaya parçası kalabiliyor. Eşiniz sizi neşeden uçursa da aniden esen ters bir rüzgarda savrulabiliyorsunuz..  Mutluluk? Huzur içinde girdiğiniz bir "ev"..  Baba bu evin kapısı, eve geliş gidişinizi kollayan, her gün göğsünü yumruklasanız da arkanızda bırakıp gitseniz de sizin gelmenizi bekleyen, size açık bir kapı.. Anne ise halısından koltuğuna, tenceresinden ocağına kadar evin içine saçılmış eşyadır. Bazen ayağının kokusuna hastalığının bulaşıcılığına bakmadan sana kucağını açan bir kanepe, bazen kendi derdini yakıp şefkatli bir sıcaklığa dönüştüren soba.. İşte insanın en mutlu olduğu yer; utanmadan, sıkılmadan, yargılanmadan, ayıplanmadan, unutulmadan, nefret edilmeden kabul gördüğü dünya üzerindeki tek "ev".

Elbette hayatın geri kalanında bunlara benzer şeyler yaşayabilirsiniz; ama içinizin titrediği ve yanınızdakilere tek kelime edemediğiniz anlar olur, bağırıp çağırmanızı, ağlamanızı ve hatta öfkelenmenizi kaldıramayacaklarını bildiğiniz için susar yada kaybetme, yanlış anlaşılmaktan korkarsınız. Bunları  anne ve babaya yapmazsınız ama yapsanız da yanlış anlaşılsanız da bu dağınık sahnede hiçbir şeyi toparlamanız gerekmeden yolunuza devam edersiniz, onlar sizin bu döneminizi  tıpkı kendi çatlaklarını tablolarla gizledikleri gibi siler geçerler. Onları üzmemek ve ya yormamak için içinizde  tuttuğunuz ne varsa başınızı hafifçe yasladığınızda anlatmış kadar rahatlarsınız..

Her insan zorluklarla karşılaşır ve şu bir gerçek ki uğruna ölmeyi dahi göze alsanız sevdiğiniz insanın her derdine deva olamazsınız.. Onun yanında olmak, sevginizi hissettirmekten öteye geçip ona iyi gelecek tek şey olduğunuzu iddia etmek bencillik ve kibirden başka bir şey değildir. İşte böyle durumlarda   bazen işe yarayan ama işe yaradığında etkisi uzun süre kalan  bir şey var;  hala dimdik ayakta duruyorken kısa bir zaman için dahi olsa onu mutlu olduğu o "ev"e götürmek..  Seni elinden tutup oraya  götüren bir kişinin sevgisinden,  senin için dükkan dükkan gezen anne sevgisi kadar emin olabilirsin...


25 Mayıs 2013 Cumartesi

Zincir

Ateşlere atılmış, eritilmiş!
soğuk yalnızlıklara itilmiş..
vurulmuş, boynu bükülmüş bir demir
tek başına bir halkadır..
bu halka zaman babanın tekkesinde
kendi gibi nicesiyle karşılaşır
koyu, açık, kalın ince...
hepsi ayrılmamak üzere kenetlenince!
vicdanın üstüne çöreklenmiş ağır gülleleri kaldırıp atar bir gün

Bu bir asır sürer, belki binlerce yıl...
doğruların azlığına da kızma, vicdanın aczinede
her şeyin bir yeri ve zamanı var bu tekkede
sen ölsen de, ismin okunur..
şangırdar boş zindanların paslı zincirleri..
sen öldün diye bitmez, yüreklere ince ince dokunur..

Gün gelir bugünün zalim tüccarları
bu zinciri bölecek kudretten yoksun düşer
kan taşıyan uşaklarının elem yayan seslerini kimse duymaz
gün gelir,
sokakta yürüyen öylesine bir adam,
bu cinnet davetine hevesle bakmaz
gün gelir
koyu, açık, kalın ince..
kimsenin kanı öfke doyuranların testisine akmaz..
gün gelir.. 
gelir..

19 Mayıs 2013 Pazar

Günce


kafamın içinde
bir ağrıyla yaşamaya çalışıyorum
bu ağrı susturuyor
parçası olduğun herşeyden tek tek koparıp
kayıtsızlık dolu bir kutu içine hapsediyor
duvarları kartondan olan bu küçük hanede
yırtıp dışarı çıkamamanın acizliğiyle yaşıyorum

Her güzel şeyin bir ömrü varmış demek
cebinden anahtar sesi gelen bir adam olunca
koşmak yerine yürümeyi tercih ediyorsun...
koşmak, kendi rüzgarını yaratmak demekti benim için
rüzgarlar şimdi
taze fidanlarda esiyor..

Bir gün harcadığım bu anında hesabını vereceğim
Şimdi gizleyebildiğim unutkanlıkların yerine
kayıtsız bir yeniden doğuş gelecek
ben ne yaşadığımı bilmeden öleceğim
Acıyorum benim yerime terleyecek o adama..
ondan çaldıklarım için de
beynimdeki ağrıda pay var
ve ben her dürüst adam gibi
hakkım olan acıyı çekeceğim..

5 Mayıs 2013 Pazar

Heyelan

"Ne medet umuyorsun bu taş yığınından?"
diye sordu göğe çıkmak için
ahşap merdivene sıkıca tutunan adam.
bu öfkesine biçtiği nedenler vardı
üzerine basıp
bu yumuşak toprağı sıkıştıran, kaya yapan onlardı
ve devrin cambazları, bu yolda takılıp
bu mağduriyetin avcuna düştüğü şu anda
onu dinlemeye mecbur herkese bu tavrı müstehaktı

De ki geli verse aniden
bir kimsesizin  cisminde, yürüse yeniden..
Artık herkes, fikrinde ondan daha emin görünmekte
örseleyip sımsıcak yüreğini
artık bambaşka bir anlamda okurlar adını..
Bes belli bu bir açlığın savaşı
Her miğferin altındaki başta ayrı bayrak,
herkes unutacak bu savaşı
döktüğü kanı, yaktığı canı unutacak...
Müptela olmaktan korktuğu o kızıl şarap
damarlarında dolaşan kendi kanı...

Canın gölgesinde kervanlar yürütenleri de gördüm
Güneşin secdeye durduğu topraklarda canından geçeni de
Aynı yere gittiler diyebilir mi vicdanı olan?
Bunca zulmü verdiler diye susmuş bu toprak parçasına sor
Madem bütün bunlar göğsüne batırılan demir oklardı
ve saklı gözyaşların vardı
Neden alıp götürmedi üzerine basanları bu yeminin heyelanı?