2 Haziran 2009 Salı

DUVAR



...

Buraya kadar her şey normaldi derin bir nefes alıp düşündüm "Sıradan bir insanın duvarla ne sorunu olabilir ki?"

Elimde neşter kendi saçlarımı kazıyordum, biraz kan ve bolca saç teli... Duvara asılı aynanın karşısında kendime acıyarak bakıyordum. Acı insanı kuvvetlendirir, peki neden güce ihtiyacı var insanın? Acıdan korktuğu için.. Güçlü her insanın aslında birer korkak olduğu çıkarımını yaptığımda son saç köklerini kafamdan kazımıştım. Ellerim kan içindeydi ve neşterde.. Biraz sonra kapı çalacak ve o beni görür görmez çığlık atacaktı. Aslında onun beni böyle görmesini isterdim, biraz olsun bendeki bir değişikliği fark etmesi hoşuma giderdi. Ama kendine zarar veren bir psikopat gibi görünmeyi kendime yakıştıramadım. Yere bir çığlık gibi saçılan saçlarımı topladım, bir kaç damlalık kan lekesini temizledim ve kafamı soğuk suyun altına tuttum... Su küvete önce pembe sonra kırmız ı ve sonra yine pembe renge büründü, kafamı kaldırdım... Aynadaki yer yer kırmızıçizgilerle dolu bu kafa benimdi artık... Biran için çok güçlü bir istekle aynaya yumruk atmayı istedim. Ama onun o ince kırılgan zarif yapısının ardında sağlam bir duvar vardı, bu benimde canımı acıtırdı.

Üzerimi değiştirip, etrafı son bir kez yokladım. Dizüstü bilgisayarımdaki şarkıları ve ses sistemimi kontrol ettim. Kahve için suyu ısıtıcıya koyup beklemeye başladım. Beklerken televizyonu açtım, sonra MSN'de kimler var diye baktım, kendime bir sandviç yaptım ve üzerinde "For your lips" yazan kupamla meyve suyu alıp yedim , tişörtüme bir damla ketçap döküldü daha fazla dağılmasından korkup hiç dokunmadım, ketçap kurudu, kanlı bir kafayla beklemediğime dua ederken kapı çaldı.. Geciktiği için üzgündü, evden çıkması zaman almıştı bu kelimeler hızlıca gayet planlı çıkmıştı ağzından. Hiç ama hiç samimiyet yoktu zaten onunda böyle bir amacı yoktu... Çantasını tekli koltuğa bıraktı, tek yanaktan öpüştük ve oturdu... Diz üstü bilgisayarımın karşısına oturdu, göz ucuyla ekrana (neyle uğraştığıma) baktı sonra benim oturmama fırsat vermeden bir bardak su istedi... Kafamda söyleyeceklerime odaklanmış içte son bir tekrar yaparak suyu aldım tam dönerken ayağım mutfakta küçük bir kartpostalı taşımaktan başka hiçbir işe yaramayan duvarın köşesine çarptı... O duvar köşesi bu gün için sivrilmiş ve bileylenmişti sanki.. Suyun bir miktarı döküldü, acımı bir kenara bırakıp suyu tamamladım ve salona doğru giden uzun ince yolu adımladım... Gelir gelmez istediği ilk şey olan sudan ancak bir iki yudum alıp bu konuşmanın sonuna kadar kalacağı yere bıraktı... "Saçlarını kazımak nerden aklına geldi" diye sordu, bu 'senin farkındayım' demenin en uç şahıs kipinde söylemiydi ve ben ona ancak genel nezaket içinde cevap verebildim "sıcak"tı ve ben birden saçlarım olmadan serinleyeceğimi anlamıştım. Şu saniye konuşmaya ilk başlayan kişi daima sorularla muhatap olacak ve savunmadan atağa fırsat bulamayacaktı, bu ben olmamalıydım, ben bu hatayı yapamazdım..."Aslında ben" diyen ses benimdi, konuşmaya başlayarak hem kendi içimdeki bahsi hem de mevzu bahsi baştan kaybettiğimi hissettim,geçici bir histi ve devam ettim...


"Aslında ben... Her zaman yaptığım gibi kafamdakileri seninle paylaşmak istedim. İkimizin de bu ilişkide büyük emeği var (işte kompliman için adanan koca bir yalan, umarım bunun vebali bana değildir) ve sende öylece boşa yıpranmasını istemezsin. Senin her an yanında olmak için elimden geleni yaptım, buna karşılık senin kurallarına ve yaşamına saygı duyup senden böyle bir şey beklemedim, bana verdiklerinle gayet mutluydum. Ben içindeki bütün tabuların ardında ben varım sanıyordum, kurtarılmayı bekleyen ben... Ama seni tanıdıkça bu tabuların amaçsız kuleler olduğunu ve çoğunun sana senden öncekilerden armağan edildiğini gördüm.. Kulelerin içi boştu, bomboş duvardılar... Ben Don Kişot gibi mızrağımla her saldırıldığımda yerlere yuvarlanıyordum, sen bu savaşı anlamsız bu koca devleri ise zararsız görmekteydin hatta onları koruyordun bana karşı." Masallarla büyüyen bu güzel yüze anlattıklarım ninni gibi geliyordu, ancak cümlenin sonunda patlayacak ünlemli bir yargıyla kendine gelecek ve savunmaya geçecekti..

"Sahip olduğun hiçbir şeyde gözüm yok, senin mutlu olmanı hangi koşulda olursa olsun istiyorum. Ben özgür bir alan istiyorum, ben aşkımı sınırsız yaşamak istiyorum ve bunu yapmayan 5 küsur milyar insanı örnek almaya hiç niyetim yok.. Eğer gerçeği arıyorsak gerçeği bu aşkın.. Senden bunun için istediğim tek şey bir kez olsun aşkında sende güçlü bir deprem yaratması ve en azından birkaç putunu toprağa gömmesi oldu, ama bu deprem hiç gelmedi.. Bana sevdiğim şarkıları söyler gibi bahaneleri söyledin... Ağladın, buna dayanamayacağımı bile bile... Artık savaşı bitirmem gerektiğini ve bu kara kulelerin arasına sığabilecek bir kulübeyi kabullenmemi istedin... Senin için bırak dağları delmeyi içimde tek bir tepe bırakmadım... Yüreğimin bir ucundan bakınca diğer ucundaki en ufak bir gölgeyi fark ediyordun.." Tıpkı şimdi karşında aczimi fark ettiğin gibi... "Ben senin gibi kuleler dikemem, sana benimle yaşaman için çitler öremem... Ben sis, yağmur, fırtına, kar... Göğün alabileceği kadar bulutla çökerim üstüne... Sen bu mavi göğün bittiği yerde bekleyen bulutları görmedin.." Gözleri bu tehditkar cümlelerin sahibi aşk'ına bakıyordu dikkatlice.. "Aslında sen gelmeden öncede bunu düşünüyordum ben, benim seninle sorunum yok ben beni içine hapsetmeye çalıştığın duvarlara karşıyım" Az önce bir yumrukla cam parçalarını duvarın böğrüne saplamak istemem ve mutfaktaki o hain çıkıntıya bilinçsiz savurduğum tekme ile düşününce..." Bu benim doğam, ben hapsedilemem... Ben seninle yaşamak istedim, sadece seni yaşamak değil... Seninle yeniden konuşmak için arayıp telefonu kapattığımda aynada parmakların arasında su gibi akışkan olan saçlarımı gördüm, bana verdiğin bu küçük armağanlar beni sana aciz kılan zehirlerdi.. Dudaklarını özlemem, saçlarımdaki elin ve sarılman... Beni etraftaki herkesten yiyeceğini sakınan bir yılan gibi sarıyordun..." Yüzü buruştu, allak bullak oldu be ben o kulelerin onun içini darmadağın eden birer deve dönüşmesi için yaptığım ayine devam ediyordum.. " Bu aşk değildi, ortada emek harcanan bir şey vardı evet ama bunlar yıkılmayacağı belli olan duvarlara atılan boş, acı evren yumruklardan farksızdı.. İşte o telefondan bugüne kadar kendimle savaştım ev işte bu sabah .." tıraş bıçağı bulamadığım için neşterle.. " ..ellerinin gezdiği saçlarımı kesip attım, ellerinin sıcaklığına alışmışlardı, bu konuşmayı gölgeleyebilirlerdi.." Kafası öne eğildi, aşkına okuduğum meydan o çok yüksekte izlediği kuleden ona serenat gibi geliyordu...Mağrur bir hüzün taşıyordu.. Boynunun eğildiği şu anda istediği ünlemi vermenin tam zamanıydı, bu ayinimin en zor kısmıydı, ikimiz içinde... "Artık seninle olmam imkansız, kafamdaki kesikler sızlıyorlar, içim sızlıyor ama seninle olamam artık.." dedim.. Kafasını kaldırdı, bilgisayarımın ekranına baktı, başka biri olabilir miydi? Bu kadar yolu gıkını çıkarmadan gelen biri hem de böyle bir pozisyonda defalarca alttan alabilmişken neden bitirmek isteyebilir ki? bunları düşünüyordu belki de... Sonra toparladı kendini ve " Senin için bu kadar büyük sorunlar olduğunu bilmiyordum, sen mutlusun sanıyordum. Bu küçük dargınlığı da öncekiler gibi atlatacağımızı sanıyordum..." diyerek beni az önce galip çıktığım meydana çağırıyordu, içinde bir deprem başlamıştı... "Benim için ne kadar değerli olduğunu sana ifade edememiş olabilirim, o tabular kuleler her neyse hiç biri beni sınırlayamaz.." deprem şiddetleniyor ve tabular yıkılmamak için canavarlıklarını untumuş benden merhamet bekliyorlardı. Onların bu düzeni bozacak güçleri kalmamıştı.. Yine iş bana düşmüştü.. " Sen istedikten sonra, biz istedikten sonra… Bende hiçbir zaman sınır görmedim yaşayacağımız hayatta.." diyebildi sesi titreyerek, çünkü bir adımdan uzağa hiç bakamadın dememek için zor tuttum kendimi, her şey kafamdaki gibi olacaktı.. " Ama eğer başka bir nedeni varsa... O senin bileceğin iş, benim için vazgeçmekte bitirmekte o kadar kolay değil..." Yanıma yaklaştı, elimi tuttu halıya damlayan ketçap lekesi hangi ara oldu diye düşünürken kafamı kaldırdı, gözlerime baktı.. " Biz bunca zaman çok şey aştık.." ben o engelli koşunun daima favori atı olmuşumdur zaten... "Şimdi düşün biraz daha, benim senin için yıkamayacağım kule yok... Kurtar beni bu kulelerden prensim" deyip hafifçe gülümsedi.." Sonra iyice yaklaştı boynuma sarıldı, tutunup tırmanacağım ve ömür boyu beni kuleye hapsedecek saçları omzumdaydı... Boynunda parıldayan bir kolye klipsi gördüm elimi attım, klipsi çözdüm.. Aniden geri çekildi "N’apıyorsun?" demesiyle kolye boynundan çözülmüş elimde sallanıyordu... İlk yıldönümümüzde hediye ettiğim bir kızılderili savaş baltasıydı bu. Elimde sallanırken ikimizde bir an bu baltaya baktık... Savaş daha bitmemişti, o tabular, o bencil yaşamı ve dönsem de değişmeyecek bu soğuk güzelliğe bir savaş yarası lazımdı. Ben kafa derimde zonklayan yaraları nasıl hissediyorsam o bu savaş balatasının bunca zaman gömüldüğü koynundaki boşluğunu bir ömür hissedecekti.. "Sen bu kolyenin de, bu yüreğinde hakkını verecek biri değilsin, sen sadece sana aitsin.. " diyerek ömür boyu kanayacak yarasını göstermiştim ona.. Ayağa kalktı gözleri dolu dolu hızlıca çantasını aldı ve "Baştan beri yalandı değil mi?!" diyerek ağlamaya başladı.. "Evet ve hala devam ediyorsun" dedim.. Bir hışımla çekti gitti.. Kapının kapanışı duvarları titretmişti... Ardından gidip kolundan tutumak istedim, ama bu zarif kırılgan durşunun altında kalın duvarlar olduğunu düşündüm, bu benim canımı acıtırıdı.. Dudak izlerini taşıyan bardağı lavaboya bıraktım, ısıtıcıdaki sıcak suyu bir kaşık kahveyle kupamda buluşturdum.. Bir yudum alıp salona doğru yönelirken az önce gözüme ilişen kartpostalı duavardan söküp aldım "Sen de bunu haketmiyorsun" dedim.. Salona giderken asılı duran aynanın köşesine iliştirdim sarı yapraklı bir yolda yürüyen adamın kartpostalını... Aynada kendime baktım…Yeni kazınmış saçım, bir damla kurumuş ketçap ve kupamda yazının görünen kısmı.. "For you.."

Buraya kadar her şey normaldi derin bir nefes alıp düşündüm: Sıradan bir insanın duvarla ne sorunu olabilir ki? Ama ben 5 milyar insandan biri değilim, sıradan değilim...

1 yorum:

iLKaYoZSoY dedi ki...

-Duvar .. modern yaşamın Don Kişot'undan doyumsuz bir yazı..
( La Figaro )

-Sevginin başkalaşımı .. büyük ayrılıklara örnek olabilecek bir hikaye ..
( N.Y.Times )

-Büyük düşünce, büyük eser.. Duvar sizi büyüsü altına alacak..
( Guardian )