Gökyüzüne bakarak kale burcunda dolanıyordu garip Elie, bu yıldızların tamamını saymaya ömrünün yetmeyeceğini biliyordu ve bu ona kalan vaktinin ne kadar az olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Uzun zamandır rahatsızdı ve üç ay aradan sonra ancak bugün kendini ayağa kalkacak kadar iyi hissedebilmişti. Kale burcunda biraz dolaşıp siyah gökyüzünü görmek ve kale duvarlarını döven dalga seslerini duymak için gürültü dolu salondan dışarı çıkmıştı. Az ilerde sönük ışıklarıyla şehir uyumaya hazırlanıyor ve sabah erkenden yola çıkacak olan gemicilerin bağırtıları duyuluyordu.
Elie dört sene önce gelmişti buraya. Babası burada, amcasının yanında daha iyi bakılacağını düşünerek koynunda bir mektupla buraya göndermişti. Amcası bölgenin sözü geçen tüccarlarındandı , Elie için şehirdeki hekimleri tek tek dolaşmış ve onların tavsiye ettiği ne varsa bulup getirtmişti. Bütün bu çabaların fayda etmediği hastalık Elie'nin beyaz tenini sarartarak onu yavaş yavaş dünyadan siliyor buna en çok tüm gücüne rağmen birşeyi değiştiremeyen amcası üzülüyordu. Hekimlerin çaresiz kaldığı bu noktada Elie annesinin sözüne uyarak tapınaklara gidiyor, sunaklara adaklar bırakıyor ve her bir tanrıdan hastalığı için yardım istiyordu.Ancak mağrur tanrılar bu kızın dileğini ya görmezden geliyorlar ya da onun için daha iyi olacağını düşündükleri öteki hayata bir an önce geçmesini istiyorlardı. Daha fazla dayanamayan Elie üç ay önce ateşler içinde yatağa düşmüş ve günlerce bilinçsiz yatmıştı. Rüyasında doğduğu şehre koşarak geri döndüğünü ve annesinin artık sağlıktan kızıl birer elmaya dönen yanaklarından öptüğünü görüyordu ancak her uyanışında amcasını karşsında merakla beklerken buluyordu. Bütün bu gördüklerini tanrıların müjdesi olarak gören Elie adaklarını adayabilmek için ayağa kalkabilmeyi sabırla bekledi. İşte bugün de Apollon'a sunduğu adağının ardından amcasıyla birlikte kalede verilen bir ziyafete gelmişti. İçkinin, zeytinyağının ve etin bonkörce sunulduğu ziyafette herkes memnun görünüyordu öyle ki amcası bile dostlarıyla sohbet ederken uzun zamandan beri ilkkez içten kahkahalar atıyordu, yanından süzülüp giden yeğenini farketmemişti..
Elie kendinden önce yaşamış insanları düşündü. Onlardan geriye mezar taşları ve acılı ailelerden başka birşey kalmamıştı. Gördüğü son mezar büyükbabasına aitti. Gemisi açıklarda batan, bu gemiden kurtardığı tayfası ile günlerce yüzerek karaya ulaşan ve hayatı boyunca da hep yeni yollar denemekten korkmayan büyükbabası asasına tutunup ince patikadan beraberce evlerine yürüdükleri gün ona "Senin gibi çocukken yıldızları seyrederdim, bugün baktığımda bana çocukluğumu hatırlatan tek şey hiç değişmemiş olan şu kara delikli çuvaldır" demişti.. Büyükbabası yatağında sırt üstü uzanmış ve gözleri açık halde ölmüştü. Şimdi Elie için de aynısı mı olacaktı? Hem de daha büyükbabası gibi torunlarını göremeden...
Elie üzülmenin hastalığını daha fazla ilerleteceğini biliyordu ve tabi ölümsüz olamayacağını da. Ama tıpkı hikayelerini dinledikleri kahramanlar gibi o da kendinden sonrakilere mezar taşından başka bir iz bırakmak istediğini farketti. Bir mektup, bir mesaj.. Hayatı ellerinden çok erken yaşta alınan bu kızın hayatta kalanlara bunun kıymetini bilmeleri için edeceği iki çift lafı vardı.. Bu sözlerini dünya vardoldukça yaşayan herkese iletebilecek tanrılardan başka ne vardı? Hem bunun bir yolu olsa çoktan büyükbabası bulmuş olurdu.
Düşüncelerini merdivenlerden gelen ayak sesleri bozdu, gelen amcasıydı ve onu merak etmişti. Artık herşeyden korkmaya başlayan ihtiyar adam Elie'yi yaşadığı tarifsiz acılardan bıkıp ölümün ona uzattığı teslimiyet belgesine kendi kanıyla imza atacak biri olarak görmeye başlamış ve buna engel olmak için sürekli tetikte olmaya alışmıştı. İşte, eski dostlarla geçen bir kaç kayıtsız dakika neticesinde Elie bu yüksek surlar üzerinde kararsızlığını yenmeye çalışıyordu. Kolundan tutarak sıkıca sarıldı Elie'ye, umutsuzluğu kovmak için her zaman söylediği şeyi söyledi; "Bu belayı kovacağız, Asklepios'a ulaşmak gerekse bile..."
Beraberce salona indiler, kahkahalarla muhabbet eden insnalar Elie ile göz göze geldiklerinde sanki suçlu kendileriymiş gibi susuyor ve ona şevkatle bakıyor ya da bakmaya çalışıyorlardı. Bu durum Elie gibi gençliğin beşiğinde bir kıza kederden başka birşey vermiyordu. Zira bu acıyarak bakanlar bazen Elie'nin gönlünü kaptıracağı genç erkeklerde olabiliyorlardı. Amcası Elie'nin sıkıldığını parmağındaki yüzükle uğraşıp durmasından anladı ve dostlarıyla vedalaşarak eğlenceyi terkettiler. Gecenin serinliğinde evlerine doğru yürürken Elie gökyüzüne tekrar baktı, yıldızlarla yazılmış bir mektup, ne kadar güzel olurdu ve tabi bir o kadarda kalıcı... (Devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder