20 Temmuz 2016 Çarşamba

Olgunluk

Ne çok konuşuyor gençken insan yüreği
ne sözler, ne vaatler..
oysa aynı koltukta yan yana oturmak
iki çift söz
bakışan göz
gülen yüzden ibaret mutluluk

Öyle dünyaları aşmana
elinden tutup uzaklara kaçmana gerek yok.
yolun karşısından sana gelişi
yan odadan seslenişi yetiyor.

Sevgin azalıyor sanıyorsun
hani dağları delmeyi
çölleri aşmayı okumuşsun ya
bir şeyler hep eksik geliyor ilk başlarda..
biraz sen
biraz ben
Karıştıkça tamlaşıyor sayfalar, resimler, hayatlar.
Yepyeni bir öykü doğuyor bugünün ellerine dünden
Bu öyküyü bir baba anlatabilir ancak
papyonunu takarken oğluna
yada bir anne
sığdırırken küçük ayaklarını kızının
kırmızı papuçlarına..

31 Ocak 2016 Pazar

Medeniyet Düzlüğü

"El adamı" diye bir şarkı hatırlarım; orda şöyle bir söz vardı: Aşk düzlükte yaşanıyor düzlük tek aşkta...

Kalp çarpıntısı, yıldırımlar, elektrikler,yangınlar ile  tarif edilen bir duygu için sıradışı bir çıkış olduğu  için aklımda kalmış. Buradaki düzlük hangi hayata göre kastedilmiştir,bilinmez...

Düzlük sadece aşkın yaşaması için gerekli değil elbette. Dünyayı oturduğu yerden fetheden neslin evlatları olarak her an her saniye izlediğimiz dünyada gelişmişlik, gelişmemişlik, fakirlik, zenginlik, ileri vegeri gibi bir çok etiketle sınıflandırdığımız yaşam alanları, ülkeler var.  Bunlardan iyi etiket koleksiyonuna sahip olanların şehirlerini ağırlıkla düzlüklere inşa ettiklerini görüyoruz. Paris, Londra, Berlin,Amsterdam, Roma...


Düz ovalara kurulan şehirler hem ulaşım hem planlama kolaylığı sağlarken aslında bu düzlüğün insanlar üzerinde bir etkisi daha var; eşitlik. Bu talebin batıdaki halklarda daha önce ortaya çıkmasında bence etkilerinden biri bu. Eşitlik hissinin en önemli yararı medeniyet sentezine gönüllü katılımı arttırmasıdır. Yaptığı işi ücret ve risk açısından değil toplum yararı, uygarlık açısından değerlendiren insanların ellerinde medeniyet hızla gelişir ve kendinden ileri olan medeniyetleri hükmü altına alacak noktaya ulaşır.

Sorunlu yerleşimlerde tepelik veya kayalık arazilere ya da yamaçlara kurulan şehirlerde ise temel problem güven hissinin asla tam olmamasıdır. Güvensiz toplumlar birbirlerini kontrol altında tutacak yasalar, yasaklar, cezalarla toplumsal eşitliği zoraki oluşturmaya çalışırlar. Zoraki birliktelik ise bu yamalı bohçayı bir arada tutacak "güce" ihtiyaç duyar. Bu güç parçalara bölünmüş ise güvensiz toplumun yamalı bohçası bir nebze olsun dengeye kavuşmuş sayılabilir. Eğer bu güç tek kişide toplanmış ise burada farklı ihtimaller var;
Gücü elinde tutan kişi toplumdan ileri bir eğitim, dünya görüşüne sahipse bunun toplum yararına kullanmaktan başka bir amacı yoksa toplum kısa süren verimli bir dönem geçirir. Neden kısa? Önde olan toplumlar aralarına karışmak isteyen yeni toplumlarla kaynakları paylaşmayı pek tercih etmezler. Bu işi yamalı bohçanın bir iki dikişini sökmek ya da gücü elinde tutanı kötü göstererek indirilmesini kolaylaştırmakla olur.

Peki düzlükte kurulup bugün geri olan şehirler/toplumlar yok mu? Var. Bireyi anne karnında besleyen kordon bağı doğumla birlikte koparılınca bireyi manevi anlamda besleyen toplumsal hafıza yada öğretiler bireyin sınırlarını ve yapısını belirleyen ana unsur olarak karşımıza çıkar. Eğer şehir düz ve toplum geriyse iki ihtimal var;
Toplum öğretilerini oluşturan ana kuşak bu bölgeye düzensiz bir coğrafyadan gelmiştir. Bunun tersi de olumlu yönde bir destekle toplumu bir arada tutar.
ya da
Toplum öğretileri dış müdahalelerle -savaşlar, saldırılar, sahte inanç ve kanaat önderleri, çıakrcı siyasiler..- değiştirilmiş ve bunun neticesi doğru coğrafyada yanlış toplumsal beslenme nedeniyle medeniyeti geliştirmek mümkün olmamıştır.

Düzlükten eşitliğe, eşitlikten ortak medeniyet kavramına geçiş elbette sadece bu denklem elemanlarından ibaret değil ancak bu da bence düşünülmesi gereken faktörlerden.

3 Ocak 2016 Pazar

13-14 anahtarına övgü

Tüm dünyayı arkasından sürükleyecek düşünce ve eylemlerin kalitesi giderek değişiyor. Bu düşünce ve eylemlerin motivasyon kaynağı her yeni kuşakta bir adım geriye giderek daha kadim duyguların korumasına sığınmak zorunda kalıyor. Aksi halde sabun köpüğü geçiciliği ve kayganlığında uzaklaşıp yok oluyor onu yaratan hayatlardan bile.

Kadim duygular nedir peki? Ölüm, doğum, aşk, acı, hüzün, sevinç, huzur...
Hayatının her alanında "yeni" üretimler gerçekleştiren insanoğlu, varlık sahnesinde ürettiği ilk eserlerden beri hayatında olup bitenleri aynı duygularla açıklıyor ve bu yeni şeyler üretmeye programlanmış beyinleri en çaresiz kaldıkları bu konuda en basit çözüme itiyor; yeni bir şey üretemiyorsan var olanları karıştırarak beynini rahatlatacak sahte yeniler üret.

Doğal akışı itibariyle birbirleriyle zaten karışmış olan duygular var; ölüm-hüzün, doğum-sevinç, aşk-mutluluk...
Burada yenicinin görevi tarih boyunca pek az kişinin denediği karışımlar denemek ve bu melez/mutasyon duyguları topluma yavaş yavaş yedirerek onların hayatlarındaki reaksiyonları izlemek; Ölüm-mutluluk, aşk-hüzün, sevinç-nefret, huzur-korku...

Bazı durumlarda saf kadim duygulardan daha güçlü, daha sağlam bir duygu meydana geldiğini görmek de şaşırtıcıydı. Burada "bazı durumlarda" rasgele kullanılmış bir giriş değil. Demir ve karbonu uygun sıcaklıkta işlersen çeliği elde edersin; ne demir, ne karbon ne de ateş tek başına çelikte hak iddia edemez.

Duyguları oluşturmak ve topluma yedirmekle meşgul olan üretici ardı ardına yaptığı denemelerde elde ettiği güçlü sonuçları tüm ayrıntılarıyla not eder, biz buna tarih deriz. Tarih boyunca kaydedilen bu denemeler tıpkı simyacıların notları gibi başka bir konuya evrimleşerek insanın yönetilebilirliğini kolaylaştıran bir bilimin kaynağı haline gelir.

Peki bu sistem üzre oluşturulmuş üretimler bizi geliştiriyor mu? Hayır..
Dünya üzerinde sayısız ırka, dine, düşünceye, felsefeye, görüşe, renge bürünmüş insanlar olarak vidalarımızı bir bir sökerek bizi daha az, daha güçsüz ve daha zayıf yapan bu duyguları tam tersi yönde kullanmayı öğrenmek zorundayız. Nihayetinde dünya üzerindeki ilk varlığımızda ortak duygularımız-yani bu kadim duygular- bizi bir arada yaşamaya, beraber olmaya zorlamamış mıydı?

Vidaları söken ve vidaları sıkılaştıran anahtar aynı,anahtar kusursuz olarak çalışıyor demek ki...
Peki ne olacak?
Tüm dünyayı peşinden sürükleyen düşünce ve felsefelerin giderek daha kaygan ve daha geçici olmasından anladığım kadarıyla vidalar giderek yalama oluyor... Bu, yakın gelecekte kadim duyguların bile bir işe yaramayacağı, tamamen dağınık bir dünya oluşturabilir.
Bakalım, bize hala vidaların işe yarayacağını gösteren biri ya da birileri çıkacak mı?