29 Ocak 2008 Salı

Fazla Yaşamlar


Yol boyunca eski binalar ve bizanstan kalma surları görüyorum işe giderken. Tren yolu, deniz ve manzarada bütünlüyor bu güzel resmi. İnsan yaşamı özelden genele açılıyor artık diye düşündüm bu tabloya bakınca. Eskiden kendine ait herşeyi korumak için binbir çaba ile yapılan yapılar yıkılıyor ve yerine herkese açık yapılar dikiliyor. Özel diye birşey kalmadı desem yeridir. Psikoloji, sosyoloji gibi bilim dalları sayesinde birşey söylemenize gerek kalmadan sadece yaşayarak bile insanlara kendiniz hakkında ipuçları verebiliyorsunuz. Kaç kişi kendine ait olanı korumak için çaba sarfediyor hala? Asılana bakarsanız bu çabada gereksiz görülebilir; çünkü ömür dediğiniz bir nefes onuda savaş ve telaşla geçirmek yersiz. Yol boyunca gördüğüm eski evlerin ve surların -sonradan ara ara makyajlananları hariç- söylediği ortak şey şu; insanın kurduğu bütün yapılar sonunda yıkılmaya mahkum, çünkü insanın kendisi bu sondan kaçabilmiş değil. Elbette günümüze kadar ulaşan yapılar mevcut ama olaya birde şu yönden bakalım: Eski zamanlarda yapılan ve günümüze ulaşan yapılardan kaç tanesi yapılış amacına göre kullanılıyor? Evet, bence tam anlamıyla bir varlıktan söz etmek için varoluş amacı ve bu amaca uygun yaşamda olmalı. Doğar doğmaz "İnsanca yaşam hakkı"na sahip olan bir canlının ürettiği herşeye kendi gibi varolma hakkı tanıması gerekmez mi?


Günümüzde tarih bit pazarı dükkanından farksız. İnsanlara satacakları eski eşyalar üretiyor. Çok kıymetli bir Osmanlı halısı fransız zengininin evini süslüyor. Yada orta direk bir ingiliz aile Dolmabahçe sarayını karış karış gezebiliyor. Yani? En baştaki konuya döndük yine ; özelden genele sürülen hayatlarımız artık tarihin evrenselliğinide ardına katarak son sürat dökülüyor geniş havuza. Artık insan kavramı var sadece, kimlikler unutulmuş. Bence böyle düşünmek yanlış. Kültür ve medeniyeti olmayan insanların insanca bir yaşam sürdüğünü idda etmek doğru değil. Zaten dikaktli bakıldığında görülecektir ki bazı zayıf kültürler maddi güçleri sayesinde bütün toplumları egemenliği altına almış ve bu şekilde büyümenin derdinde. Geri kalan herkes kültür ve medeniyetin gereksizliğine inandırılmış.


Bu şekilde bir yayılma için maddi güç şart değil; işin içine biraz inanç katıncada yakın bir kıvam tutturabiliriz. Nasıl mı? Arap kıtasından yayılmaya başlayan islamiyet işte; Bütün insanlığa gönderilen ve bütün insanlığı kucaklayan bir din değil miydi? Bakın şimdi; arap kültür ve medeniyetinin çıkmamasına sindiği bir gelenğe dönüşmek üzre. Bence varolan hiçbir din kişinin medeniyetini tümden bırakıp başka bir medeniyetin boyundurluğuna girmesini emretmez. Dinin işlevi kendi yaşamı ve varsa geleneğindeki yanlışları düzeltmesi için yol göstermektir. Yayılan çokça gelenek ve az miktarda din ile günümüzün gelenek ve medneiyet yağmacı anlayışı doğmuştur. Çok az toplum geleneğini ve dinini ayrı tutabilmiştir ve onlar sessiz sedasız böyle yaşamaya devam ediyorlar.


Gördüğüm şu ki insanların en özeli, inancı bile kendine has değil. Oysa bir afrikalı ve bir çinli aynı inancı farklı yaşayabilir ki zaten din budur. Babil kulesini düşünün.. Aynı dili konuşan ama farklı işi yapan bir sürü insan göğe uzanıyorlardı. Şimdi aynı işi yapan fakat farklı diller konuşan insanlar kendi işçiliklerini kıyaslmaktan göğe bakmayı unuttular.
Böyle bir ortamda eşyaların ve çevrenin yüzyıllara meydan okuması pek birşey ifade eder mi? Eğer öyleyse kendinden beşyüzyıl sonra bile yok olmayacak nice atık bırakan neslimiz görevini başarmıştır. Bundan sonrası insanca yaşanabilecek bir ömür için "fazla yaşamlar"dır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder