28 Ekim 2007 Pazar

Baştan sona-Sondan başa


Herşeyin bir başlangıcı vardır ve herşey bir sona mahkumdur.Sonsuzluk ise ancak idealarda oluşturulabilir. Hoş cümleler olsund iye yazmadım elbet, anlatmak istediklerim var.Klasik cümleler kurmamaya, aklınıza yeni şeyler getirecek yeni kelimeler seçmeye özen göstersemde -bu konuda istekli olsam bile- başarılı olamıyorum. Birbirimizi inanılmaz etkiliyoruz ve sonuçta başından kuyruğuna kadar kokan bir balık gibi yayılıyoruz kuru tarih sayfaları üzerine...


Tarih demişken; eminim herkesin bu konuda söyleyecek birkaç cümlesi vardır. Benim aklıma hep özlenen eski zamanlar geliyor; hani herşeyin daha iyi ve daha güzel olduğu zamanlar. Eskiler öyle bir anlatıyor ki, insanın şimdiki zamana küfredesi geliyor. Biz ne günah işledikte böyle bencil bir zamanda doğduk? Biz.. niye.. bu çağda.. doğduk? Kelimeler bana yeni birşeyler analtıyor. Düşünüyorum, düşündüklerimi paylaşacağım sizlerle;


Doğum, yaşam ve ölüm döngüsü hiç aksamadan ilerliyor ya; hani doğmadan yaşayamıyor, yaşamadan ölemiyoruz.. Bu döngünün eksik halkası;ölmeden doğamıyoruz mu? Bu olabilir mi? Ölümden sonraki yaşam yeni bir doğum olabilir mi? Kutsal kitaplarda bir sondan ve yapılacak bir sorgudan bahsediliyor. Ama reankarnasyon denilen bu gizeme net bir cevap "kitapta" yok-yapılan yorumları saymıyorum- . Ölümün kesinliği gibi değil yeniden verilen doğuma verilen cevaplar. Niye bu çağda doğduk sorusuna cevap aramanın peşinde yürüyorum;


Diyelimki yeniden doğma diye bir durum var. Buda kuşkusuz evrendeki herşey gibi bir düzene bağlı olarak gerçekleşecek. Yani insanların yeniden doğmaları için bir amaç bu amacın ortaya koyduğu bir sonuç olmalı. İnsanların bir sonraki ömürleri neye göre belirlenecek? Geçmişten günümüze zorlaşan hayat koşullarına bakılırsa, eğer bu dünya yaşamı bir sınavsa, bu ömür sonunda birçok kişi günahın koynuna düşmek zorunda kalacak ve en son nesil kıyameti görecek. Son noktaya gelindiğinde dünyada kimler olacak? Onlar iyi yada kötü seçilmiş kişiler mi olacak? Son nokta neresi? Varacağımız yer kıyamet mi? Oysa inançların dünyayı beşik gibi salladığı çağları ve Allah'ı peygamberden dinleyen insanları çoktan geride bıraktık... Zaman hızla akıp giderken uzaklaşıyoruz özümüzden. Her yeni nesilde daha inançsız açıyoruz dünyaya gözlerimizi...


Zamanı durduruyorum izninizle;


Dalın sarkmasıyla kalkan kartalı gördük şimdiye kadar ve şimdi sıra kartalın kalkmasıyla sarkan dalda. Baştan sona giden yolumuzu sondan başa alıyoruz. Yeniden doğma mümkün ama doğduğumuz zamanlar farklı. Gittikçe özden uzaklaşan değil, her nesilde öze yaklaşan insanlardan bahsediyorum. Dünyaya hayat veren kapı hala açık ve hergün belki yüzlerce kişi o kapıdan dünyadaki varolma amacını tamamlamış olarak giriyor. Yani sondan başa doğru yürüyor. Çok yabancı birşeyden değil; bilgelikten, evliyalıktan ve ermişlikten bahsediyorum; bizim "yürüdüğümüz yollardan dönenlerden". Dünyada bir ömür ileri doğru işliyor ama ömürler arası yolculuk tam tersine geriye doğru işliyor. Sonuçta varacağımız nokta gerçektende ümmeti olduğumuz peygamberlerin saflarıdır. Daha sonra ruhu emanet verilen ilkel bedenleri doğaya, ait oldukları yere bırakıp özle birlikte çekileceğiz dünyadan. Tabi bunları hakedenler için söylüyorum. Her kuşak için geçerli tek bir tarih varken nasıl geçmişe doğru bir yeniden doğuştan söz ettiğimi anlamadınız sanırım. Yani her ölüm geçmişe yeni bir doğumsa eğer bu her kuşakta değişen bir geçmişe ve tarihe sebep olacaktır. Nasıl ki her yeni kuşak geleceğimizi etkiliyor ozaman her yeniden doğumda geçmişimizi değiştirecektir; çünkü hepimizin özgür iradeleri var. Peki ya geçmiş nasıl varolacak ozaman? Herkes gelecekten geliyorsa, geçmişin varlığını neye dayandırabiliriz? Bütün bu soruların cevabı basit aslında; Ulaşmak istediğimiz hayat ebedi hayat "cennet" denilen ölümsüz mutluluk ama geldiğimiz noktada orası. Başlangıçla sonun kesiştiği tek yer orası değil; Bedenlerimizin anası toprak ve son sahibi yine toprak. Aslında ne yöne giderseniz gidin-ister başa ister sona- varacağınız yer aynı oluyor sonunda. Satrançta taşların büyüklüğü,şekli değil rengi,yeri ve hamlelerin akılılığı önemli değil mi? İşte kusursuz işleyen bir düzen içinde ruhlar dünyaya açılan kapısından sızan ışıklarla öz'e dönmeye çalışıyor. Yani değişen tarihler olaylar değil, bu değişime mani muhteşem bir düzen var, değişen ruhtaki taşların yeri, hamleler. Neresinden başlarsanız başlayın bir labirentin içindesiniz. Amaç duvarları yıkmak-tarihi değiştirmek- değil çıkışa yani öze ulaşmak. Ruhun en gelişmiş hali tabularla desteklenmeden olabildiğine sınırsız halde ancak dengede durabildiği hali-kızılderili inancında bu manitu olarak bilinir. Peygamberler'in ölümü işte bu düşünceyle kırılıyor. Zamana ve yaşamın kaynağı öze karışmış hep varolan ve hep varolcak! İşte bütün mesele yaşadığın çağda onları bulmak. En başa, yani bedenin ruhla, ruhun özle ilk tanışmasına vardığımızda ölümün olmadığını göreceksiniz. Çünkü öz'e varan bir ruhun ardında bıraktığı hissiz bir yapıdır. Bu yapı için acı, kaygı mevcut değildir.


Özetlemek gerekirse her ömür bir satranç oyunu ve her ömürler arası yolculuk labirentte alınan yol gibi düşünülebilir. İkisininde sonuçları birbirini etkilemekte. Gelecekte ki kıyametten başlayan yolculuk geçmişte Tanrı'nın insanla ilk konuşmasında son bulmakta. Bu düşünce geçmişten geleceğe bırakılan bozuk ahlak yapısının ve kirlenmiş bir dünyanın sebep olduğu adaletsizlik düşüncesinide ortadan kaldırmaktadır.


Elbetteki bunların herbiri bir varsayımdır. Zamanın önündeki engeli kaldırdığımda zaman yine geleceğe doğru akacak ve biz gelecek dediğimiz an'ları yaşamayı sürdüreceğiz. Ama yinede iki düşünce için ortak bi sonuç çıkıyor ortaya; her ömürde veya tek bir ömürde taşlar değil hamleler belirliyor kaderimizi.

22 Ekim 2007 Pazartesi

Başımız Sağolsun


Sanılmasın ki kaybedilen sadece bir askerdir. Her yiten can bu toprağın yıllarca emek harcayıp yetiştirdiği bir oğul, eş, baba, öğrenci, öğretmen ve kuşkusuz vatanseverdir. Hiçbir ülkenin köpekliğini yapmak için değil! Hiçbir kalleşlik yapmadan! Vaadedilen üçbeş kemiğe minnetini ödeyen çapulculardan korkmadan yürüdüler gece karanlığında! Ülkesindeki anaların dilinden toplayıp tüm ağıtları kendi tabutu üstünde okutan kahramanlardı hepsi.


Ülkemiz bu kayıpların yerini asla ama asla dolduramayacaktır.


Başımız sağolsun.

10 Ekim 2007 Çarşamba

Masal (Mini Öykü)



"Gri şehir, gri gök ve gri bir geçmiş... Yaşlanmaya başlıyorum galiba, son derece memnuniyetsiz ve huysuzum. Gözlerim uzklarda hep sis bulutları görüyor, yaklaştıkça kaçıyorlar... Gözlerim, beyazlaşan saçlarım ve eski bir yara izi gibi beliren kırışıklıklar. Hiçbirşeye yetişme gibi bir heves yok içimde, çok yorgunum...Yalnızlığıma eşlik eden sende olmasan..."


Belkide otuzlu yaşların sonunu tahmin etmemeliyim diye söylenip günlüğü bir kenara attı. Aynanın karşısında henüz simsiyah saçlarına ve pürüzsüz yüzüne baktı.. Gözleri parıldıyordu. Sonra aniden arkasına döndü, açık kapının önünde onu izleyen beni farketti..


Kapının önünde öylece durduğunu farketmemiştim, bu halleri beni korkutmuyor değil ama içimden gülümsemek geldi nednese. Sınav sorularının cevaplarına çalışıyorlarmış, bende bir baksam iyi olacakmış. Başka bir bölümde olmasına rağmen neden bizim sınavlara çalışıyor ki? Yada doğru bir ifadeyle bizimle daha fazla vakit geçirmek istemesinin sebebi ne?Odaya yürüdük beraber, daha dün toplanmış ev aburcubur atıkları ve darma dağınık notlar ile bir enkazdan farksızdı. Tülay bilmiş bir ses tonuyla cevapları okuyor diğerleride önlerindeki kağıtlara geçiriyorlardı.Yanımdangeçip koltuğa oturdu, nedense ders çlışmak gelmiyordu içimden, tuhaf bir şekilde müzik dinlemek ver kahve içmek istiyordum. Mutfakta beni çağıran enfes kahve kokusunu alabiliyordum.


Ardı sıra ikinci kez gitmesine izin vermedim, gözlerimle hiddetli bir şekilde ona baktım, tekrar yerine oturdu. Bir yandan cevapları okuyor diğer yandan ise bu çıkmazın duvarını yıkacak bir fikir arıyordum. En yakın arkadaşım sınıf arkadaşıma açılmazsa hayatında ki hiçbirşey yolunda gitmeyecekti. Zaten gitmiyordu; lisenin en başarılı öğrencisi üniversitede ilk dönem sonunda- bu Nesrinle tanışmalarına denk geliyor- tüm dersleri baraja indirmişti. Aşık olmuştu ve bunu bana Beşiktaşta hayli sarhoş bir gecede ilkkez yanımda ağlayarak söyledi. Nasıl oldu, neye aşık oldu diye sormama gerek yoktu. Nesrin zekası ve kendine güveni ile özel bir insan ve kendi hayatına hakimiyetiyle birçok erkek için baştan kaybedilmiş bir hazineydi. Onu elde etmeyi düşünenlerin ve dahi açık açık elinde kirletmeye niyet edenlerin hepsi mazilerine derin bir reddediliş izi kaydettiler. Onlar gibi olmamakla beraber Türk filmlerinden kalma ismi gibi Ferit'te hayatını küçük zevkler için zehirlememişti. Hatta o güne kadar onun aşık olmasından umudu bile kesmiştim,hayalleri ve geleceğinde bir kadın yoktu, Nesrini tanıyıncaya kadar. Önümüzde uzun bir süre var... Bu aşka yazık etmelerine izin vermeyeceğim...


Kızkulesini izlerken dalıp gitmişim... Omzumda bir elle irkildim, Tülay'dı bu. Söz verdiği saatte ve söz verdiğimiz yerde 15 yıllık geleneğimizi yerine getirip buluşmuştuk yine. Sarıldım, her seferinde biraz daha sıkı sarılıyorum sanki. Onda gençliğim ve daha fazlası var.. Yaşlandıkça daha mı bir duygusallaşıyoruz? Gözlerine baktım, gülüyordu içi... Denizin kenarından zar zor kopup bir çay bahçesine oturduk. Tülay okulunda müdür yardımcılığı yapıyormuş son üç aydır. Öğretmenlik alışkanlık oldu, kendimi yenilemek istedikçe rutine daha çok sarılıyorum diyor. Eşi Tuncay ortağıyla anlaşamadığı için kendine ayrı bir hukuk bürosu açmış. Onunda bana selamı varmış... Onun sesi bana ilaç gibi geliyor. Çocuklara bağırarak çatlattığı sesinin arasında hala bana nasihatller veren o kız var. Konu dönüp dolaşıp bana geliyor.. Geziyorum hala, yerleşmeye niyetim yok. Avrupadaki fotoğraf çalışmamı tamamladım, şimdi özel bir koleksiyon için Mardin, Urfa ve Antep'deki tarihi dokuyu kareliyeceğim. Buluşmaya gelebilmek için bir hafta ara verdim... Bunlar onun beklediği şeyler değildi. Gözlerimin içine bakarak tek kelime etmeden bana hayatımda biri olup olmadığını soruyordu.


Ah Tülay... Başıma açtığın şu işe bak. Ne yapmalıyım şimdi? O uzun konuşmadan sonra herbir bahanem çürütülmüştü. Aksi gibi göze batan kötü bir özellikte yoktu ortada. Kafam son derece karışık... Sanki beni hayatta tutan tek şey kendime ait oluşummuş gibi geliyor. Hani biri hayatıma girdiği an yaşamayı unutacakmışım gibi.. Okadar çok alıştım ki kendime ait yalnızlğa; hayatımdaki bütün boşluklara talip bir his,aşk, korkutuyordu beni. Bütün bunlar yetmezmiş gibi fazla vaktimde yoktu düşünmek için, okul bitiyordu ve bu hafta Afyon'dan ayrılıyordum. Gitmeden bir cevap vermeliyim.. Ömür boyu kendime ait kalabilir miyim? Yada ondan daha güvenilir birini bulabilir miyim?... Düşünmem gerek...

Kötü birşey yapmadığını bunun normal bir his olduğunu söylüyordu ben bilmiyormuşum gibi. Nesrini ondan iyi tanıyordum ve bu şekilde kısa süre birlikte vakit geçirdikten sonra patlatılan ilanı aşk onun gözünde basit bir cinsel arzunun eseri gibi kalacaktı. Nesrinle ilkönce ben konuşup ona senden bahsetmeliyim, seni benden tanımalı dedim. Gözlerime baktı, kapıyı çekip gitti... Her canı yandığında yaptığı gibi kaçtı.. Aşkını bir armağan gibi saklıyordu, anlıyordum onu, ve şimdi kirli bir dünyada temiz olmanın çilesini çekiyordu. Aşkına kuşkuyla bakılması olasıydı veya aşkının yaşanmaya değer bulunmaması.. Nesrinin odasına yürüdüm, müzik dinliyor bir yandan da elindeki kitaba bakıyordu. beni görünce müziğe başıyla ritim tutmaya başladı. Kulağından kulaklığı çıkardım, gözlerimdeki ciddiyeti hissetmesi için gözlerinin içine baktım ve konuşmamız gerektiğini söyledim. İsteksizce diğer kulağındaki kulaklığı çıkardı ve kitabı kapatıp yanına koydu. Analtmamı bekledği şey belkide hiç tahmin etmediği birşeydi. Nesrinle uzun süren dostluğumda ortak paydamız insanlara, bilhassa çiftleşme arayışında olan erkek hayvanlara, olan güvensizliğimizdi. İkimizde evimizden uzaktydık ve burada herşeyi ikikez düşünmemiz gerekiyordu. Bibirimizden başka kimseye kolay kolay güvenmiyorduk bu bizim dünyamızdı. Ama rastlantı bu ya lisede ki en iyi dostum yatay geçişle bizim üniversiteye geçmişti. Bütün güvensizliğime basıp sıçrayarak onun boynuna sarılmıştım. Şimdi güvendiğim kişi sayısı iki olmuştu ve bilindiği üzre biri diğerine aşık... Ona bunları hatırlatlmalıydım ve onun mutlu olmasını nekadar istediğimi de... Bu mutluluğu kaçırmanın ikisinide üzeceğini... Bir elmanın ikiye bölündüğü gibi birleşebileceğini...


Gitmeden görüşmek istedi benimle, korkuyordum... Reddedilme olasılığı hem aşkıma koca bir sahte damgası vuracak hemde onu hayatımdan çekip alacaktı. Daha elini bile tutmadan hayallerime girivermişti, bana göre hayatımdan çıkması için çok geçti. Ama o beni geride bırakıp yola devam edebilecek kadar güçlü.. Dakikalar gelip geçiyordu, ve nihayet buluşma saatinin üzerine yeni bir saat gelmişti. Telefon çalıyordu, arayan o değildi.. Arayan Tülay'dı... Artık gelmeyeceğine emindim, telefonu açmadan, onun beni görmeden gittiğini hissetmiştim...

Ferit'i eve çağırmak ve Tülay'ın yanında bunları konuşmak bana itici gelmişti. Dışarda bir kafede buluşmak istediğimi söyledim, kabul etti. Çıkmadan aynada kendime baktım; bugün söyleyeceklerimi düşünmekten gece uykusuz kalmıştım ve gözlerimin altına birkaç çatlak yerleşmişti, yorgundum.. İçimde heyacan ve korku olmasına rağmen gözlerimden uyku akıyordu. Az sonra hayatımdaki bütün aitliğim hakkındaki kararımı açıklayacaktım. Beni bekliyordu, hep bekleyecek mi... Beni seviyor, hep sevecek mi... Kapıyı kapatıp sokakta yürürken bu kararı ve dünyada hegün binlerce kişinin verdiğini düşündüm. Evet.. hayatıma ilkkez beni hakkettiğini düşündüğüm biri çıkmıştı ama bu yeterli miydi?. Verdiğim karar doğru mu? Bu onu ve beni mutlu edecek mi? Tam caddeye adımımı attım ve kırmızı ışık yandı, geç kalıyorum!


-Nesrin Ertaş'ın yakını mısınız?

Sen benim biricik dostumsun, sana güvenmiyeceğimde kime güveneceğim... Sende benim

-Şuan hastanede, trafik kazası geçirmiş, kan kaybı var. Kan gerekli. Bulabilir misiniz?"

Gel seninle kan kardeşi olalım, hazır parmağım kesilmişken." Saçmalama Nesrin Hanım; benim asil 0 kanımı senin A grubu zavallı kanınla kirletemem..

-Durum ciddi, hazırlıklı olun. Ailesi burda mı?

Cidiyim Tülay, eğer bu olayı evdekilere özellikle ablama söylersen konuşmam senle.Hem daha kabul edip etmediğimi söylemedim Ferit'i.. Nilay abla için söz veremem...

Telefonu kapattığımda ne cevap verdim hatırlamıyordum. Sonra ne yaptığımıda... Kendimi hastanede buldum, üstü çarşafla kapatılmış yatağın başında. Vücüdum buz tutmuştu, onun soğuyan bedeniyle birlikte soğuyordum... Yıkılmama ramak kala omzumda bir el.. Ağlayan Ferit ve sonrası uzun bir uyku...

Hayır, hayatımda kimse yok Tülay... Hiçbir zaman olmayacağını ikimizde biliyoruz. Şu deniz kenarında hemde ağlayarak sana aşkımı anlatmıştım. Ben yalan söylemedim Tülay! O gün nasılsam bugün aynıyım... Simsiyah saçları ve parıl parıl gözleriyle ben kaçtığım bu şehire her girdiğimde beni yine aynı yerde karşılıyor... İçimde bana ait olmayan koca bir dünya, orda yaşıyor... Ben artık bana ait değilim sadece...

"Sevgili günlükçüğüm;
Saat şuan 04:30 ve ben hala uyumadım. önemli bir karar vermem gerekiyordu. Hayatıma Tülay, sen ve ailem dışında biri daha girmek istiyor. Diğerleri gibi olmadığı belli, hem Tülay'ın yakın arkadaşı. Hayatımda hep benimle birlikte olacak ve beklediğim gibi sonsuza dek sürecek bir aşk vaadediyor. İçimde zincirler kırılıyor galiba.. Hep kendime ait olduğumu okadar kanıksamışım ki; şimdi onunla olmayı düşündükçe hiç hissetmediğim bir his yayılıyor içime. Gözleri gözlerime değince bakışlarımı kaçırıyordum...Şimdi bakacağım gözlerine... "Seni sevmenin bedeli aşka küsmek olacaksa, ben varım" diyeceğim..

Sevgime onay veriyorum... Kendimi aşka açıyorum...


22.07.2002-Çarşamba"

2 Ekim 2007 Salı

Dostluk


Yanlışlarımı düşünüyordum. Onları hiç yapmamış olabilir miydim?


Kör bir kader inancından yola çıkarsak eğer, eninde sonunda o hatayı yapacaktım. Ha bugün ha yarın, muhim olan fazla zarar görmeden yapmak. Gerçek kader-ki insan elindedir- önceden koyduğun taşların doğruluğuna bakar ve en son yanlış taşı farketmeni tavsiye ederdi sana. Ahlakına ve zekana küçümsemeyle yukardan bakar. Herşey bu kadar zor... Yanlış yapmak bukadar kolay mı?


İbret: Telif hakkı kamulaşmış olay.

Öğüt: Telif hakkı saklı yada açık hayat kesitleri paylaşımı.

Dostluk: Ücretsiz destek hattı.


Belki sizin keşfettiğiniz daha fazla yardım vardır, benim bildiklerim bunlar. İlk ikisi çoğu kez etkilemez insanı. Birşeyin yanlış olduğunu bile bile kendini alıkoyamazsın. İşte o anda ibret ve öğüt "bana birşey olmaz" mantığının karşısında çok cılız soyut ifadelerdir senin için. Tam o anda senin ve sana ait tüm düşüncelerin dışında en az senin kadar somut birşeyin önüne dikilmesi gerekir. Üçüncü şık, yani dostluk. Sorgulayabileceğin, seni sorgulayabilen ve aranızda özel bir bağ bulunan kısaca kolay kolay vazgeçemeyeceğin bir yapı. Geçmişte yanlışlarımla arama dostlarım dikildi, ezip geçemedim. Sonuçta bugün ayan beyan yanlış olduğu görülen çoğu olaya/duruma bulaşmadım. Bugün burdaysam-kelimenin tam anlamıyla bu böyle, çünkü küçücük bir yanlış bile hayattta inanılmaz değişimler yapabilir- bu onların sayesinde. Geçmişime her baktığımda yüzüm biraz olsun gülüyorsa şanslıyım demektir. Kendi adıma bulduğum sonuç; eğer daha çok dostum olsaydı-tam anlamıyla dostluklar yani- belkide mevcut hatalarımdan pek çoğu da silinecekti.


Onlar benim dostum ve bende onların dostuyum. Dostluk herzaman karşılıklı olmak zorunda değil. Karşılık bekenmeden çok iyilik gördüm dostlarımdan ve karşılık beklemeden çok yardım ettim. Vazgeçilmeyeceğimi bildiğim birkaç insan için sonuna kadar durdum önünde. Çünkü biliyordum ki benden geçemeyecek ve mecburen hatadan cayacak. Bazense vazgeçileceğimi bile bile ve hatta karşımdaki insanın bana duyduğu kini bilerek uzattım elimi,sonuç hüsran. Ama küçük bir ayar yaptım dostluk anlayışıma bu deneyimler sonucunda;


Hani dedim ya dostluk somuttur hatayla aranda durur diye. Bu insanı tembeblleştiriyor işte. Etrafındaki insanlar senin yerine düşünüp, senin yerine yapıyor ve sen hiç yorulmadan- ve kendi hayatını yaşamadan- günler geçip gidiyor. Bence bu da dostluk değil. Etrafındaki insanlara kendi ağırlığını yıkıp göklere yükselemezsin. Ben hatasıyla dostlarım arasında durmadım. Hatayı gördüğümde uyardım, doğru çıkış yolu ve bu çıkış yoluna girmesi halinde sonuna kadar rehberliğimi sundum. Asla onu o yola zorla itmedim. Bu etrafımda gördüğüm bütün dostluklardan başka birşeydi. Onu yalnız bırakmadan ancak onu dostluk bağının ağırlığı altında ezmeden du.Ama tam anlamıyla bir dostluktu bence. Çünkü çıkışa yönelen kişi kimseye kendini borçlu hissetmeyen ve iradesini sonuna kadar kullanmayı başarmış-kendi kendini kazanmış- bir insan artık, o benim dostum.


Bana güvenip çıkışa yönelen hiçkimse pişman olmadı. Bana güveniyorlardı, çok şükür güvenlerini boşa çıkarmadım. Peki ya ben? Çevremdeki insanlara nekadar güveniyorum ki onlara yardım ediyorum? Bu sorunun cevabı dostluğu ve bütün kişisel çıkarları aşıp insan olmanın temel kurallarına kadar dayanır. Ama bazen kendimi çokça güvensiz hissettiğim oldu. El uzatanların peşi sıra dipsiz kuyulara sarktığımda kendimi bir anlığına o karanlığın bir parçası gibi hissettim ve açıkçası korktum. Bunca zaman sonra, kendine yenilmek bukadar kolay mı? Çok şükür her türlü yarabereye "insanı tanıma" avuntusunu kabuk edip yoluma devam ettim. Kendimi riske atmamaya karar verdim netekim. Hayatı hatalardan ibaret olan, benim için bile çözümsüz, hayatlardan elimi eteğimi çektim usulca. Çünkü ben karardığımda kararcak okadar çok hayat varki etrafımda umutsuz hayatların peşinde onlarıda heba edemem. Huzurun koynundaki hayatlarda çökecek ani bir gecede belirecek bir fenerim. Herşeye rağmen biten dostluklarımda oldu ama asla çıkarlarım ve heveslerim uğruna değildi bu bitişler. Hep iki kişilik düşündüm dostluklarımda. Sonunda ben ve elde avuçta kala kala birkaç isim. Birileri geliyor ve birileri gidiyor...


İnsanları tanıdıkça daha az hata yapıyorum, onların hayatlarını okuyorum farkettirmeden. Yanlış taşı bulup yazıyorum aklıma. Bir dostumun dediği gibi; Cennet ile cehennem arasında ki kıl kadar çizgide yapışıyorum yakalarına. Üzmeden ve üzülmeden yaşanmaya çalışılan bir hayat benimkisi. Belkide hayat bütün hataları yaşamaktır, belki cehennem ve cennet bir masaldır, iyiler hepten kaybedecektir... Bu benim umrumda değil. Ben hiçbirşeyi bir bedel bekleyerek yapmadım,öyle hisssettiğim için yaşadım. Kimsenin üzülmemesi için çalıştım.


Buradan bakınca belkide iki seçenek var önümde; Ya benim hayatım bir hata üzerine kurulu, yada kurulu bu düzen çökmek üzere.