28 Ekim 2007 Pazar

Baştan sona-Sondan başa


Herşeyin bir başlangıcı vardır ve herşey bir sona mahkumdur.Sonsuzluk ise ancak idealarda oluşturulabilir. Hoş cümleler olsund iye yazmadım elbet, anlatmak istediklerim var.Klasik cümleler kurmamaya, aklınıza yeni şeyler getirecek yeni kelimeler seçmeye özen göstersemde -bu konuda istekli olsam bile- başarılı olamıyorum. Birbirimizi inanılmaz etkiliyoruz ve sonuçta başından kuyruğuna kadar kokan bir balık gibi yayılıyoruz kuru tarih sayfaları üzerine...


Tarih demişken; eminim herkesin bu konuda söyleyecek birkaç cümlesi vardır. Benim aklıma hep özlenen eski zamanlar geliyor; hani herşeyin daha iyi ve daha güzel olduğu zamanlar. Eskiler öyle bir anlatıyor ki, insanın şimdiki zamana küfredesi geliyor. Biz ne günah işledikte böyle bencil bir zamanda doğduk? Biz.. niye.. bu çağda.. doğduk? Kelimeler bana yeni birşeyler analtıyor. Düşünüyorum, düşündüklerimi paylaşacağım sizlerle;


Doğum, yaşam ve ölüm döngüsü hiç aksamadan ilerliyor ya; hani doğmadan yaşayamıyor, yaşamadan ölemiyoruz.. Bu döngünün eksik halkası;ölmeden doğamıyoruz mu? Bu olabilir mi? Ölümden sonraki yaşam yeni bir doğum olabilir mi? Kutsal kitaplarda bir sondan ve yapılacak bir sorgudan bahsediliyor. Ama reankarnasyon denilen bu gizeme net bir cevap "kitapta" yok-yapılan yorumları saymıyorum- . Ölümün kesinliği gibi değil yeniden verilen doğuma verilen cevaplar. Niye bu çağda doğduk sorusuna cevap aramanın peşinde yürüyorum;


Diyelimki yeniden doğma diye bir durum var. Buda kuşkusuz evrendeki herşey gibi bir düzene bağlı olarak gerçekleşecek. Yani insanların yeniden doğmaları için bir amaç bu amacın ortaya koyduğu bir sonuç olmalı. İnsanların bir sonraki ömürleri neye göre belirlenecek? Geçmişten günümüze zorlaşan hayat koşullarına bakılırsa, eğer bu dünya yaşamı bir sınavsa, bu ömür sonunda birçok kişi günahın koynuna düşmek zorunda kalacak ve en son nesil kıyameti görecek. Son noktaya gelindiğinde dünyada kimler olacak? Onlar iyi yada kötü seçilmiş kişiler mi olacak? Son nokta neresi? Varacağımız yer kıyamet mi? Oysa inançların dünyayı beşik gibi salladığı çağları ve Allah'ı peygamberden dinleyen insanları çoktan geride bıraktık... Zaman hızla akıp giderken uzaklaşıyoruz özümüzden. Her yeni nesilde daha inançsız açıyoruz dünyaya gözlerimizi...


Zamanı durduruyorum izninizle;


Dalın sarkmasıyla kalkan kartalı gördük şimdiye kadar ve şimdi sıra kartalın kalkmasıyla sarkan dalda. Baştan sona giden yolumuzu sondan başa alıyoruz. Yeniden doğma mümkün ama doğduğumuz zamanlar farklı. Gittikçe özden uzaklaşan değil, her nesilde öze yaklaşan insanlardan bahsediyorum. Dünyaya hayat veren kapı hala açık ve hergün belki yüzlerce kişi o kapıdan dünyadaki varolma amacını tamamlamış olarak giriyor. Yani sondan başa doğru yürüyor. Çok yabancı birşeyden değil; bilgelikten, evliyalıktan ve ermişlikten bahsediyorum; bizim "yürüdüğümüz yollardan dönenlerden". Dünyada bir ömür ileri doğru işliyor ama ömürler arası yolculuk tam tersine geriye doğru işliyor. Sonuçta varacağımız nokta gerçektende ümmeti olduğumuz peygamberlerin saflarıdır. Daha sonra ruhu emanet verilen ilkel bedenleri doğaya, ait oldukları yere bırakıp özle birlikte çekileceğiz dünyadan. Tabi bunları hakedenler için söylüyorum. Her kuşak için geçerli tek bir tarih varken nasıl geçmişe doğru bir yeniden doğuştan söz ettiğimi anlamadınız sanırım. Yani her ölüm geçmişe yeni bir doğumsa eğer bu her kuşakta değişen bir geçmişe ve tarihe sebep olacaktır. Nasıl ki her yeni kuşak geleceğimizi etkiliyor ozaman her yeniden doğumda geçmişimizi değiştirecektir; çünkü hepimizin özgür iradeleri var. Peki ya geçmiş nasıl varolacak ozaman? Herkes gelecekten geliyorsa, geçmişin varlığını neye dayandırabiliriz? Bütün bu soruların cevabı basit aslında; Ulaşmak istediğimiz hayat ebedi hayat "cennet" denilen ölümsüz mutluluk ama geldiğimiz noktada orası. Başlangıçla sonun kesiştiği tek yer orası değil; Bedenlerimizin anası toprak ve son sahibi yine toprak. Aslında ne yöne giderseniz gidin-ister başa ister sona- varacağınız yer aynı oluyor sonunda. Satrançta taşların büyüklüğü,şekli değil rengi,yeri ve hamlelerin akılılığı önemli değil mi? İşte kusursuz işleyen bir düzen içinde ruhlar dünyaya açılan kapısından sızan ışıklarla öz'e dönmeye çalışıyor. Yani değişen tarihler olaylar değil, bu değişime mani muhteşem bir düzen var, değişen ruhtaki taşların yeri, hamleler. Neresinden başlarsanız başlayın bir labirentin içindesiniz. Amaç duvarları yıkmak-tarihi değiştirmek- değil çıkışa yani öze ulaşmak. Ruhun en gelişmiş hali tabularla desteklenmeden olabildiğine sınırsız halde ancak dengede durabildiği hali-kızılderili inancında bu manitu olarak bilinir. Peygamberler'in ölümü işte bu düşünceyle kırılıyor. Zamana ve yaşamın kaynağı öze karışmış hep varolan ve hep varolcak! İşte bütün mesele yaşadığın çağda onları bulmak. En başa, yani bedenin ruhla, ruhun özle ilk tanışmasına vardığımızda ölümün olmadığını göreceksiniz. Çünkü öz'e varan bir ruhun ardında bıraktığı hissiz bir yapıdır. Bu yapı için acı, kaygı mevcut değildir.


Özetlemek gerekirse her ömür bir satranç oyunu ve her ömürler arası yolculuk labirentte alınan yol gibi düşünülebilir. İkisininde sonuçları birbirini etkilemekte. Gelecekte ki kıyametten başlayan yolculuk geçmişte Tanrı'nın insanla ilk konuşmasında son bulmakta. Bu düşünce geçmişten geleceğe bırakılan bozuk ahlak yapısının ve kirlenmiş bir dünyanın sebep olduğu adaletsizlik düşüncesinide ortadan kaldırmaktadır.


Elbetteki bunların herbiri bir varsayımdır. Zamanın önündeki engeli kaldırdığımda zaman yine geleceğe doğru akacak ve biz gelecek dediğimiz an'ları yaşamayı sürdüreceğiz. Ama yinede iki düşünce için ortak bi sonuç çıkıyor ortaya; her ömürde veya tek bir ömürde taşlar değil hamleler belirliyor kaderimizi.

Hiç yorum yok: