Dağ, taş, ağaç, yaprak
kuş, böcek,çiğ tanesi, toprak
bağırıyor yüzüme yüzüme
"İsyan et!"
Alnımı göğe dikip yürüyorum.
onların aldığı ne varsa
söylüyorum işte; ben veriyorum.
Şimdi bir cenge tutuşmak için erken
bahaneler böyle küçükken
ve içimdeki ses
olması gereken bu, derken.
İsyan etmek niye?
Durmuyor yinede,
raftan düşen bir kitap
sayfalarını saçarak
Bir kapı kulpu, kazağımdan tutarak
bardaktaki çay
parmaklarımı yakarak diretiyor bana
"İsyan et!"
Şimdi ete kemiğe bürünmüş öfke olsam
yakacağım önce kendi cismim olacak
sonra bu ateşi besleyen ocak.
bitmeyecek, yılmayacak ve durmayacaklar
Demiri tava getiren bu sıcağı tutabilmesidir..
çekici azap kılan el...
Elin kastı ise demire değil, demirdeki eğriliğe
Bu ahengi hayat hayat izleyen ben
Niçin gam duyayım keskinliğime dokunan eldivenden?
Bütün bildiklerime rağmen,
buruk bir dost yüzü
sevgilinin solan gülüşü
babamın iç çekişi
ahbabın yüzsüzü..
sessiz bir nefesle kulağıma fısıldıyor
"İsyan et!"
Bu rüzgara kapılırda bir tutam ateş
kaynayıp taşarsa kin yağım
baktığım her yerde bir fesad
tuttuğum elde aciziyet ararım.
Bu akı kara
insanı yılan eden yalana nasıl inanırım?
Dört duvar içinde
İsyana mani bir kozadayım.
Sözlerim korkaklıktan
durgunluğum tembellikten sayılsın
bir tek kem bakışıma dek bu yemin
benim en büyük yalanım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder