21 Aralık 2010 Salı

Rütbe-i Tenzil

Rekabet ve egosantrik düşünce.. ikisi birleşince insan nasıl uzun vadeli bir silaha dönüşüyor.İnsanlar bir okyanus bildikleri bu dünyaya damlattıkları bir nokta kadar mürekkebin yolculuğunu göremeden geçip gidiyorlar şairin dediği gibi "gidenlerin memnun" oldukları seferlerine. Kısa vadede ise bir hastalıklıklı bünyenin çevresindeki bütün kişileri açık veya gizli tehdit etmesini örnek gösterebiliriz. İnsan,  hummasını ve ızdırabını taşımadığı birçok hastalığın taşıyıcısı olabiliyor ne yazık ki ve yine bazen bu hastalıkların ızdırap verdiği insanları görmeden göçüp gidiyor. Mezar taşlarında yazar "Hüve'l Baki" yani "Baki olan O'dur" bu göçlerin olacağı hepimizce biliniyor ve hepimiz kendimizce bu hayattan sonrasına hazırlık yapıyor iken arkamızda bıraktığımız dünyanın bizden sonra da dönmeye devam edeceğini ve güneşin doğacağını biliyoruz. Bizi ölümden sonrası için umutlandıran şey; doğan güneşin aydınlattığı dünyada bizimde hala iyi anılır, yaadedilir işler yaptığmızı veya yapacağımızı düşünmektir. İşte bu hoş düşünce bizi önce sınırlı imkan ve mekan gibi gerçeklere ve sonrada başta bahsettiğimiz iki kavrama götürür: rekabet ve benmerkezcilik.


Bizler hayatımızı devam ettirmek veya yararlı olduğunu düşündüğümüz düşünceleri paylaşmak için fikirler üretir ve paylaşırız. Herkesin düşünceleri kendince doğru olmakla beraber bazen bir durum için sınırlı bir mekanda farkı iki görüş karşı karşıya kalır. Toplum için yapılacak en iyi şey en yararlı olanda mutabakat sağlanmasıdır. Bireysel açıdan bakarsak eğer diğer fikir sahibini "ölümden sonra anılır olmak" umudundan eder veyahut en basitiyle aynı zaman diliminde akıl ve ilminin diğerinden daha değersiz bir düşünceye ancak yetebildiği intibası onun içini kemirir. Bu zat, eğer ilimi ve aklına güveniyorsa bu vehime kapılmadan doğruda uzlaşmaya istekli olacaktır. Diğer türlü ise kendi vesfeseli beyni ona oyunlar oynayıp belki daha aşağıda belkide haketmediği şekilde yukarıda bir kadere yükseltecektir; bunu belirleyecek tek şey kişinin sahip olduğu zenginlik ve ait olduğu zümrenin kendisine bağlılığıdır. Aynı konuda iki farklı fikre (hatta daha çoğuna) günde yüzlerce kez raslamamıza rağmen tüm toplumu ilgilendiren ikilikler bazen ayrılıklara ve daha bir çok olaya meydan vereceğinden hassasiyetle incelenmeldir. Bu iş, kişilerin rekabet ve benmerkezci düşüncelerinin bir galip veya mağlup üretecek mücadelesine dönüşmemeli, dönüştürülmemelidir. Aynı durum artık nerdeyse kişileşmiş ve kurumsallaşmış zümrre ve topluluklar için de geçerlidir. Bir zümrenin akıl, ilim ve kalıcılıkla ilgili kendine ait değer yargıları her durumda gerek kendine gerekse toplumun diğer zümre ve kişilerine ispat meselesi yapılmamalıdır. Bir zümrenin rekabet ve benrmezkezci düşünce ile hareket etmesi o zümreyi en değerli can damarından,gelişimden alıkoyar. İlim ve akıl zaman, zenginlik veya çoklukla ölçülebilecek şey değildir. Elli yılda meyva veren hurma ile her mevsim meyve veren kirazı karşılaştırmak ne kadar doğruysa insaların ve zümrelerin bilgi yarışında geçmişi ve tecrübeyi öne sürmeleri o kadar doğru olur. Her daim ilimde ve akılda tek olan eşsiz bir zümre oluşturmak hayaldir, bu hayale kapılmak bir gaflettir ve bu rüyayı gerçeğe dönüştürmenin tek yolu vardır; zümre dışındaki her kesimi ilimden yoksun bırakarak gelişmesini engellemek. Bu sayede asırlarca tek başına akla ve ilme hizmette tek  olan bir zümre yetişir ve bu da mürekkebin suya damlamasıdır.

İnsan kavramı önüne eklenerek onu gölgeleyen bütün kavram ve etiketlerin bizleri nasıl bir zümreden diğerine "rekabet ve benmerkezcilik" cephelerinde çarpıştırdığını görmek için ne fazlaca ilme nede yüksek bir akla gerek var. Bütün bunların hepsinde doğru yerde durduğumu söylesem bunu ihtimal dahilinde görür ve göz yumardık. Ama 7 milyar insanın bulunduğu yeri doğru görmesi ve diğerlerini eleştirmesi akla pek yatkın gelmiyor. Bu da iki insandan başlayarak her zümre, topluluk ve millete aynı kanayan yaraya işaret ediyor asırlardır. Söylediğimz gibi bir kişi nasıl yanlış veya eksik düşündüğünü kabul etmekte kendi içinde zorluklar yaşıyorsa bir zümrede aynı zorlukları yaşıyor ve bu nedenle geri adım atmayı kendine yedirmiyor olabilir. İşte bu tür durumlar en başta belirttiğim üzre insanların habersizce yaydığı hastalıklar gibi gelecek kuşaklara ulaşacak ve artık "doğuştan" kabul edilecek sağlıksız düşüncelere neden olabilir. Bu, tıpkı suya damlayan bir mürekkep gibi bize göre asırlar süren ve sonraki nesillerde "normal" kabul edilen bulanıklığa sebebiyet verdiğinde artık ilk saflığa erişmek şansını çoktan kaybetmiş olabiliriz.  Bir anlık heyecan, küçük hesaplar ve gerçek anlamda bilgisizlikten kaynaklanan, çoğu zaman tüm bir toplum adına bir çift dudaktan dökülen sözlerin saf bir "ben merkezci" yada "rekabetçi" zihniyetle fanatizm derecesinde savunularak taşınması belkide en çok uğruna dünya cefasını çektiğimiz mutlu bir ahiret" düşüncesini gölgelemekte ve belkide çalmakta olabileceğini bir kere olsun düşünmeliyiz.

Bizler geçmişine ve tarhine değer veren bir miletiz. Atalarımızın adalet ve doğruya verdiği önemi eserlerinde ve yaşayışlarında fazlasıyla görüyoruz. Ancak hala anlaşılmayan ve korkarım bizleri "ölümsüz" yapacağına inandığımız devasız yaralarımız var. Fikirlerimizde doğruya açılan kapıyı hep kendi zümremizde, kendimiz gibi insanlarda arayıp duruyoruz. Çevremizdekilerin" diğerleri" hakkındaki kötü sözlerini (ki bunlar daha çok diğer zümrelere geçişin önüne ket vurma amacıyla ortaya atılır) bir gerçek olarak kabul etmeye dünden hazır halde ve herzaman bizim "akıl ve ilim" güneşimizle huzura kavuşacak bir dünya geleceğinin hayalini inançla kurarız. Diğerlerini de dinlemek gerektiğini söyleyenler "dönek" olur, diğerlerine en kendini kaybetmiş halde nefret duyan ise "kahraman".

İnsanda başlayan ve zümreye sıçrayan bu iki illet hastalık zümreden tekrar insana geçerek döngüsünü tamamlar ve sonunda geçmişten gelen milyonlarca fikir, düşünce ve felsefe kendi karşıtını edinmeyi hiç ihmal etmemiştir. Peki düşünmüyor mu insanlık; Fizik, kimya  ve biyoloji gibi ilim kolları son yarım yüzyılda kilometrelerce yol almışken bazı ilim ve felsefe ve düşünce akımları hala ortaçağ insanına hitabeder haldedir? İnsan yaşamı nerdeyse uzaya bile taşarken neden hala doğdukları yerden çıkamayan fikirler inatla doğruluğunu ve geçerliliğini kabul ettirmeye çalışmaktadır? Söyleyeyim: Çünkü onlar içlerindeki bencilliğe ve rekabete yenildiler. Geri adım atmaktansa kendilerini ve gelecek kuşaklarını "güçlü olacakları güne" dek bulanık suyu "saf" görmeye zorladılar. Bu yüzden büyük samimiyetle ama çarpıtılarak yapılan beyanlar veya aktarılan yanlı anekdotlar da bu bulanık suyun en tehlikeli beyin oltaları olarak kullanılmaktan çekinilmemiştir.

Evet, güçlü olmak her kapıyı açtığı gibi insanların fikir kapılarınıda açar. Yukarıda bahsettiğim gibi baskın olan bir zümrenin iki nesil boyunca uygalayacağı bir dayatma politikasıyla  bir çok insan ( özellikler kiraz ağacı gibi meyve veren insanlar) artık olayları istenlen şekilde görmeye başlar. Arada direnenler olacaktır elbet (hurma ağaçları)  ve işin hazin kısmı işte buradadır; Bu kişiler doğruyu bulma yolunda bu dayatmayı yenecektir amma tarih onlardan son derece önemli bir karar vermelerini beklemektedir:Şimdi onların dediğimi olacak yoksa gerçek doğruya tüm toplumu katarak mı ulaşılacak?

Kuşkusuz bu zor bir karardır. İnsanları "doğrunun kazanması" değil sonuçta kazanmış olmak cezbediyor ve bu zaferden payına düşen ganimeti bekliyor. Sıranın kendilerine geldiğini düşünen ve artık yeni bir dönemim zirvesini hakettiğini düşünen insanlara kendi doğrularınında öncekiler gibi eksik olabileceğini, gerçek doğruya ancak dinleme, anlaşma ve ulaşmaya varılabileceğini söylmemek (yani  herkesi karara ortak etmek) her liderin yiyebileceği lokma değil. Bunu söyleseniz bile size o güne kadar bağlılıkla bakan bir toplumu aynı inançla görmek mümkün olmayacaktır.

Sonuçta bu işe tek bir insandan başladık, ve sonuçta yine tek bir insan olarak çıkmak zor olasa gerek. Dünya tarihi peygamberler haricinde yanlış düşünce ve inançların kurduğu saltanata tamah etmeyen kaç lider ve önder tanıdı ki? Kaç kişi kendi zümresinin ve milletinin çıkararını tehlikeye atmak pahasına tüm dünyaya bir insanlık dersi verdi? Onların kaçı bugün hala koşulsuz bir saygıyla layık olduğu değerde görülüyor? Rekabet ve bencillikten arınmış bu insanların bizim üzerimize her sabah doğan güneşi kıskandıracak bir aydınlıkta olduğunu söyleyebilirim kendi namıma. Böyle insanların çıkmadığı zamanlar için  her kesimin tek bir sözü var: "Tarih tekerrür eder. Galibi yeniden mağlup mağlubu yeniden galip eder". Yani verilen her rütbe günü gelindiğinde alınacaktır.

Hiç yorum yok: