17 Mayıs 2008 Cumartesi

Teslimiyet


Azar azar... Hep büyüklüğüne, gücüne güvenerek… Bundan bir şey olmaz diyerek yok oluyordu. Koca köyün sırtını dayadığı rüzgârları kesen dağı tepesindeki bulutlar ve dahi karlar bile terk etmeye başlamıştı. Göğsündeki kuş yuvaları bomboştu. Kala kala kurumaya yüz tutmuş bir avuç ot ve onların peşinde eteklerine tırmanan bir sürü koyun kalmıştı.


Fark edilmeyecek şey değildi, içinde boğazına kadar yükselen bir ateş haresiydi bunların sebebi. Yıllar önce kabuk bağladı sandığı eski bir yara. Daha önce nice cana mal olan o coşkun hali kıpırdanıyordu içinde. Titremeleri, terlemeleri ve sararıp solmaları gösteriyordu ki gücü bu hevese boyun eğmeye yetmiyordu. Bir gün kızıl şarabını döke saça naralar atacaktı yine. Tövbeler ve yuttuğu nice toprak boşaydı...

Önemli olan dağın sonu değil, o bu sondan mesul olmadığını "doğanın kanunlarına" bağlayarak açıklayacaktır mutlaka. Peki ya ben? Günün birinde bütün bu bildiklerime rağmen onun gibi her şeyi yıka döke yaşamayı bir kanun sayarsam ne olacak? Ya benim gibi diğerleri de aynısını yaparsa? "Bundan bir şey olmaz" deyip azar azar bozdurup insanlığımı, bize hayvanca isteklerimize gömülme emri verenlerin gazabını "yaşam kanunu" bilirsem... Bu benim için intiharın en ızdıraplı yolu olur. Biliyorum -ve yaşıyorum- ki hayat bunlara teslimiyet değil. Teslim olanların kurduğu bu kaçıncı ülke, kaçıncı uygarlık. Hep ateşler altında ve felaketlerin koynunda kalmadılar mı? Yazık... Çünkü benim bile kalbindeki dağların karları erimiş dostlarım var artık. Teslim olmayı düşünüyorlar üçe beşe. Bunca zaman kendime hiç yaklaştırmadım teslim olanları, tıpkı yaradanın yaptığı gibi insanlığına değer verdim, insanlığını yücelttim. Hiçbir peygamber başaramadı ki, ben başardım diye övüneyim. Bunu kabullenmiş ve kendime göre bir sınır çizmiştim ki... Sınırın içinde –Nuh’un gemisinde- belirmeye başladılar birer birer. Bu gemi yanmalı! Bu sınırlar yıkılmalı! Yaşadığım hayatı benle yaşamış olanlar değil mi bunlar? Derdimi, içimi açtıklarım değiller mi? Saf ve temizlikleriyle başkaları için gecelerce uykusuz kalanlar değiller mi?

Dağlar sabrını yitirmiş artık, düzlüklerin ve düzenlerin gördüğü itibarı kıskanmış. Hiç kimse için demem bunu, çünkü bilmenin erdemi yoksa günahta yoktur ama bunlar biliyor ve benim gözümde insan değiller artık. Şimdi bunlar, yanımdakiler... Hayvanca isteklerine boyun eğdiklerini biliyorlar... Düzlüklere inen dağ kurtlarının sonlarını biliyorlar...

Dostlarım dediğim insanlar! Teslim olanlar... Benim için bir hükmünüz yoktur artık, çünkü merhametim sizi bana değil beni size çekecektir. Benden beklediğiniz ne varsa, dostluk adına, unutun. Ben sizin kendi ateşlerinizde boğuluşunuzu karlar içinde içim buz kesmiş halde izleyeceğim.

4 Mayıs 2008 Pazar

Dostuma Veda


Herşey ama herşey iki yaşam için harcandı..

İş çıkışı yorgun zamanların tesellisi belkide onların sesiydi. Evet dostum, bu senin hikayen...
Birtek aşkı anlatabilir sorsanız... Liseden beri göz koyduğu bir mahalle kızı. Ailesinin yükü omuzlarında işten eve evden işe geçip giden hayatta ölüm... Ölüm onu kendine ayırdığı kısacık zamanda buldu. Birtek aşkı anlatır dedim ya... Ona göre aşklar film olmalıdır, aşk için kavga edilmeli ve aşk için ölünmelidir... O ölemez, onun böyle bir lüksü yoktur. Bu yüzden terk eylemiş gönlündeki aşkı. Kendisini adadığı iki küçük kardeşe dünyanın en güzel çocukluğunu yaşatmak için vazgeçmiş gençliğinden... O bunları anlatmazdı, o aşkı anlatırdı...
Türkülerdeki hikayelerden misal verir ve bit pazarına düşen insan ciğerine lanet okurdu. İnsanlar gurbetten seviyorlarmış, yıllarca bekliyorlarmış... Onun aşkı beklemedi, evlendi uzak ilden biriyle. Şiddete dayanıksız kalplere öfkesi bundandı belkide. Sigara ve alkole uzak, köşebaşı serserilerine düşmandı. Çünkü birgün o yoldan üniversiteye gitmek için kendi kızkardeşi geçecekti. Hayali buydu... Kızkardeşini üniversite kapısından almak. Futbol maçları, gece eğlenceleri onun için lüks olmaktan öte vakti zayi etmekten öte geçmeyen faliyetlerdi.O hep çalıştı.. Tanımadan önce, tanıdığımda ve ölmeden önce...
Ölüm onu yolda yakaladı... Yol üstünde taklalar atan bedeni hala ölüme yenilmemişti. Hastaneye kadlırıldı apartopar... İki hafta kadar ölümle savaştı. Kendi için değil, kapıda bekleyen kardeşleri için. Onu tanıyordum, eminim o iki hafta sırf ayağa kalkıp yine onlara çalışmak için savaştı ölümle. Sonra.. Sonra yaşasada vücut fonksiyonlarının eskisi gibi olmayacağını söylediler. Yani yaşasada çalışamaycaktı. Bunca yıl durup dinlenmeden kendini iki kardeşine adayan adamı hayat iki kardeşine külfet yapmak istiyordu. Çalışamamak... Bırak çalışamamayı iki kardeşinin omzuna yük olmamaktı belkide ölüme boyun eğişinin tek sebebi. Hiç bir yanıt vermemiş onların geri dön çağrısına... Doktorların "beklenen" dediği ölüm sonunda gerçekleşmiş, o yine tercihi kardeşlerinden yana kullanmıştı.
Kardeşini üniversite kapısından alamadan, aralıklarla düzenlediğimiz "hayat nasıl gidiyor" toplantılarına sonkez katılmadan... Hep öne sürdüğü bahanesiyle "İşyerinden izin alamadan" çekip gitti aramızdan. Kendini adayabilen ender insanlardandı, güç alıyodum ister istemez. Ben kendimi birine birşeye adarken onunla aynı safta hissetemek iyi geliyordu. Güven abidesiydi.. Çünkü hiç aldatmamşıtı sevdiklerini, küçük hesaplar uğruna yalan söylememişti... Ben belki bunun gibi yüzlerce sayfa yazabilirim bu doğru adam üzerine...
Ama ona sorsanız...
Aşkı anlatır türk filmlerinden kalma siyah beyaz sahnelerle...
Uğurlar olsun Dostum.