Karışık bir hayatın yüzlerce düğümünden biriydi
seni dinleyen hiç kimse
bu düğümler çözülse ne olacak diye düşünmedi
bu yığın yığın göz korkutan bağların hiçbiri
sana can veren kordon değildi,
en müthişi bile
bir makas darbesini kolayca vuruken sen
öleceğinden endişe etmeyecek kadar emindi
Herkes bu manzarada
arkada karmaşık bir yığın olmasın istiyordu
bu bir fotoğraflık zamanda bile
kendilerini gölgeleyen hiçbirşeye tahammülleri yoktu
Elleri bu düğüme yapışıp kalacak diye
ellerini sakınanlar...
O düğümleri hakettikleri gibi yoksayanın gölgesinde şimdi
Elleri, kendinden emin bu tavra aciz
anı avcısı balıkçı ağını sıyırıp atarken
içimde hep belli belirsiz bir korku
bu gıcırtılı sandığın
çıkmış bir çivisi takılırda ince bir inleme duyulursa..
Ya yapayalnız girdiği bu odada
bu inleme onu korkutursa..
Herkes kahramanı olduğu romana atıfla başlar söze
ben,
kahrını çektiğim romanları, filmleri anlatırım
figüranlıkla başlayan, senaristliğe terfi ettiğim bir hayatta
gözlerime baka baka
beni aklımdaki repliklerle doğaçlama oynamaya davet ettin.
Bu filmde kalemi ve kağıdı bırakıp..
sadece duymak istediğin şeyleri
hiç düşünmeden içimden geldiği için söyledim
Hiç okumadığın senaryolarıma
üstünkörü izlediğin filmlerime rağmen
en başarılı filmim olsun diye
kendini yiyip bitirircesine
bu filmde olduğun için
teşekkür ederim...
O sandığın içi boş,
nemli ve yalnızlık kadar serin
o düğümlerin hepsi bağlanmış dileklerdi desemde
yinede
seni, gerçekleşen varlığın dışında
ikna edecek hiçbir kanıtım yok...
18 Nisan 2015 Cumartesi
17 Nisan 2015 Cuma
Bir Sembol Olarak Martı..
Aynı sokaklarda yürümediğin milyonlarca insanla aynı gökyüzüne bakıyor olmak hissi ilk ne zaman fark edildi? Bu şehrin her bir sokağında yaşandığını düşündüğüm hayat kendi hayatımdan izler taşıyor. Sanki bir kaç şarkı sonra herkes denize ulaşacakmış, sanki herkes deniz kenarında yürümek isteyecekmiş gibi geliyor.. Sanki her gittiğimde zaman duracakmış... Bir heykel gibi dimdik ve sağlam durup bakınca, yıllarca unutulmayacakmışım gibi...
Şimdi denizden soğumanın sebebi de, bir kaç şarkı eksik dinlemenin sebebi de aynı şey değil mi? Kendini parçalayıp adilce dağıtınca yine de yetmeyen kısmı hep sana düşmüyor mu? Denize ulaşıp gelen kısmın... Zaman deyip de koluna taktığın akrep seni bilmem kaçıncı kez zehirledikten sonra hala yaşamak ve yaşatmak için doğradığın bu ayak izin, hangi yöne gittiğine dair birşey diyemiyor.. Nefessiz kaldığın zaman bile tahammülü yok sensizliğe bu koyu gri tablonun. Deniz gibi gelgitli ruhunu cam bir kavanoz ve bir kaç renkli taşla akvaryuma dönüştürünce mutlu ettiğin balık hafızalı bir kaç surat senin hasta yeşil rengini umursamadan ciğerlerinden söküp aldıkları son oksijen için bile tek damla vefa göz yaşı dökmedi, dökmeyecek...
Dalga seslerini dinlediğin o gecede kahkahaların arasına biraz yosun kokusu, biraz umut, biraz umursamazlık saklayarak ne iyi etmişsin! Şimdi tuzlu kokusu genzine yapışmış bu anıyla kıyaslayarak mutluluk hesabı yapıyorsun... Gecelerde biçtiğin ılık rüzgarlı hayal filizlerin..Sen niye geceleri bu kadar çok sevdin? Aklında adınla yatan kaç insan tanıdın, ki kaçı şimdi ismini bir kırmızı çizginin kendi tarafına yazar.. Geceleri uyuyan herkesin bıraktığı şehri seninmiş gibi sevdin... Seni hep bir korkuyla uyandıran çocukluk günlerine rağmen dizlerine uzanmasına, ağlamasına ve yanağını yalan bir sevdayla okşamasına izin verdiğin gecelerde hem kaygısız hem kaygılı sabahı beklediğin nice günden sonra seni avutamayan dar, boğan bir camın ardında durmaya karar verdin.. Eski ve yıkık surlar gibi bir tarihin eşiğinde o tarihin en dışı olarak yer aldığını haykıran bir yığıntı gibi biriktirdiğin kadarını da dönüp dönüp göğsüne vuran denizlerin kopardıkları da çoktan başka kıyılarda bambaşka şekillerde vurdular sahile.. Anlatmak istediğin çok şeyin yanında sen, yollara ve evlere mani bir taş yığını olmaktasın kendin için. Elinde balonu bu surların şehr-i sefkat içindeki yerini öğrenmek isteyn bir masum yüzün duymak istediği fethin arsız akıncılarına ait ölümsüzlük masalları yerine herkesçe okunabilen bir kitabe dikebildin yamacına, işte burada..
Sana vereceği hiçbirşeyi kalmamış yaz geceleri yine yavaş yavaş kanına girmeye çalıştığı şu vakitlerde gözlerin pencerelerde olsun.. O evleri düşün, sokakları... O evlere tek tek konuk olduğunu düşün, yolculuklardan yorulup herhangi bir kapıyı çalarak gösterilen yerde uyumaktan çekinmezdin. Sen geceleri sevdin, geceler seni uyuttuğunu düşündüğü için seni sevdi... Gecenin her bir saatini mesai olarak gören ve gücü yettiğince nefes nefes içine çeken insanların kendine açlığından kokan nefeslerindeki sıcaklılık, senin samimiyet sandığın...
Seni anlatacak bir kaç kelimeden biri bu şehir, bu şehri anlatan yüz binlerce öykü... Bu denizin dibinde yaz, kış, gece, gündüz yaşamayı göze almış ve martıya dönüşmüş nicesi kanatları altında senin hasret duyduğun tatlı rüzgarları taşıyor.. Çöplüklerden topladıkları atık hayatları, şairlere ilham veren bir dansa dönüştüren hayat cambazları onlar. Geceyi de, rüzgarı da onlara bırak...
Şimdi denizden soğumanın sebebi de, bir kaç şarkı eksik dinlemenin sebebi de aynı şey değil mi? Kendini parçalayıp adilce dağıtınca yine de yetmeyen kısmı hep sana düşmüyor mu? Denize ulaşıp gelen kısmın... Zaman deyip de koluna taktığın akrep seni bilmem kaçıncı kez zehirledikten sonra hala yaşamak ve yaşatmak için doğradığın bu ayak izin, hangi yöne gittiğine dair birşey diyemiyor.. Nefessiz kaldığın zaman bile tahammülü yok sensizliğe bu koyu gri tablonun. Deniz gibi gelgitli ruhunu cam bir kavanoz ve bir kaç renkli taşla akvaryuma dönüştürünce mutlu ettiğin balık hafızalı bir kaç surat senin hasta yeşil rengini umursamadan ciğerlerinden söküp aldıkları son oksijen için bile tek damla vefa göz yaşı dökmedi, dökmeyecek...
Dalga seslerini dinlediğin o gecede kahkahaların arasına biraz yosun kokusu, biraz umut, biraz umursamazlık saklayarak ne iyi etmişsin! Şimdi tuzlu kokusu genzine yapışmış bu anıyla kıyaslayarak mutluluk hesabı yapıyorsun... Gecelerde biçtiğin ılık rüzgarlı hayal filizlerin..Sen niye geceleri bu kadar çok sevdin? Aklında adınla yatan kaç insan tanıdın, ki kaçı şimdi ismini bir kırmızı çizginin kendi tarafına yazar.. Geceleri uyuyan herkesin bıraktığı şehri seninmiş gibi sevdin... Seni hep bir korkuyla uyandıran çocukluk günlerine rağmen dizlerine uzanmasına, ağlamasına ve yanağını yalan bir sevdayla okşamasına izin verdiğin gecelerde hem kaygısız hem kaygılı sabahı beklediğin nice günden sonra seni avutamayan dar, boğan bir camın ardında durmaya karar verdin.. Eski ve yıkık surlar gibi bir tarihin eşiğinde o tarihin en dışı olarak yer aldığını haykıran bir yığıntı gibi biriktirdiğin kadarını da dönüp dönüp göğsüne vuran denizlerin kopardıkları da çoktan başka kıyılarda bambaşka şekillerde vurdular sahile.. Anlatmak istediğin çok şeyin yanında sen, yollara ve evlere mani bir taş yığını olmaktasın kendin için. Elinde balonu bu surların şehr-i sefkat içindeki yerini öğrenmek isteyn bir masum yüzün duymak istediği fethin arsız akıncılarına ait ölümsüzlük masalları yerine herkesçe okunabilen bir kitabe dikebildin yamacına, işte burada..
Sana vereceği hiçbirşeyi kalmamış yaz geceleri yine yavaş yavaş kanına girmeye çalıştığı şu vakitlerde gözlerin pencerelerde olsun.. O evleri düşün, sokakları... O evlere tek tek konuk olduğunu düşün, yolculuklardan yorulup herhangi bir kapıyı çalarak gösterilen yerde uyumaktan çekinmezdin. Sen geceleri sevdin, geceler seni uyuttuğunu düşündüğü için seni sevdi... Gecenin her bir saatini mesai olarak gören ve gücü yettiğince nefes nefes içine çeken insanların kendine açlığından kokan nefeslerindeki sıcaklılık, senin samimiyet sandığın...
Seni anlatacak bir kaç kelimeden biri bu şehir, bu şehri anlatan yüz binlerce öykü... Bu denizin dibinde yaz, kış, gece, gündüz yaşamayı göze almış ve martıya dönüşmüş nicesi kanatları altında senin hasret duyduğun tatlı rüzgarları taşıyor.. Çöplüklerden topladıkları atık hayatları, şairlere ilham veren bir dansa dönüştüren hayat cambazları onlar. Geceyi de, rüzgarı da onlara bırak...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)