19 Ağustos 2011 Cuma

Unutulmaz


Gecenin bir yarısı ismiyle çağrıldığını duydu, yataktan doğruldu, cam kenarında karanlık bir suret ona bakmadan "Uyuyamıyorum, konuşmamız  lazım..." dedi. Bu kim ve evimde ne işi var diye düşünerek bir yandanda rüya görüyor olabilme olasılığıyla yatakta doğruldu.

-Sen kimsin? Benimle ne konuşmak istiyorsun?

-Anlatacağım, herşeyi anlayacaksın.. Ama önce şu uyuyamama işini konuşmamız lazım.

-Niye uyuyamıyorsun?

-Senin sayende. Hayatım hep senin çelmelerin yüzünden yere kapaklanmakla geçti. Senin yüzünden beni mutluluğa götürecek nice fırsat kaçırdım...

-Seni tanımıyorum bile? Sana nasıl bir çelme takmış olabilirim? Banka kuyruğunda seni unuttum da borçlarını ödeyemediğin için herşeyini mi kaybettin? Ne yapmış olabilirim ki?

-Komik şeyler söyle, devam et.. Burda gülecek biri var mı sence?
Ben bir ressamım, hayalimdeki kadınla evlendim, ailem benimle hep gurur duydu... Sevdiğim işi yaparken kimsenin emri altına girmeme gerek yok. Tüm dostlarım kitaplar gibi sadık, bin yıl sonra da kapağını açsam kaldığım yerden devam edebilirim. İki şahane evladım var, annelerinin gözleri ve gülüşü ile ödüllendirdi Tanrı onları. Ne kadar güzel değil mi?

-Evet, hiç de çelme yemişe benzemiyorsun...

-Çünkü ben bir ressamım, bütün bunları hayalimde canlandırmam birkaç saniyemi almadı. Bütün bu güzelliklerine rağmen hiçbir şansları yok. Neden mi? Çünkü onları akatarabileceğim bir kağıdım yok. Kafamın içinde kalacaklar..

-Gerçek değil miydi yani?

-Hayır... Bütün bunlar benim susmam ve senin konuşman yüzünden gerçek olamadı. Gerçekleşmeyen her hayalimde karşına çıkıp hesabını sormak ve seni altetmek için yanıp tutuştum. Hala anlamıyorsun değil mi? Pekala, teker teker gidelim ve önce senden bahsedelim; Sen bir bankacısın, bunun için okudun... Bu mesleği okurken kendine yeni bir üniversite için söz vermiştin. Bu sadece sana ailenin seninle gurur duymasını sağlayacaktı ve tabi biraz da para kazanmanı.  Üniversiteden sonra bir bankada işe başladın, yorucu çalışma saatlerine rağmen iş yerinden birini önce çıkmaya sonra evlenmeye ikna edebildin. O senin için mükemmel eşti çünkü aynı iş yerinde çalışıyordunuz ve seni anlayabiliyordu. Çocuğunuz olması için bir türlü vaktiniz olmadı, tabi bunda eşinin imzaladığı anlaşmada doğum  yapmamak maddesi de etkili .Müdürünün seninle ilgili bir problemi hiç olmadı, hatta çok nadir konuştunuz.. Ancak onun yerinde gözü olan müdür yardımcısı için bir basamak olmak beraberinde uzun mesaileri getirdi. Bu mesailer yüzünden kendi özel günlerinizi kutlama fırsatı bile bulamadınız.. Dostların bunu bilmeden senden kendileri için vakit ayırmanı istedi, sen olduramadın ve gittikçe telefon görüşemeleri azaldı.. Seni unutmaları için birkaç zaman görüşmemenin yeterli olduğunu görmek canını çok sıktı değil mi?

-Bütün bunları nerden bildiğini sormayacağım... Sabırla hala bu konuşmanın nereye varacağını merak ediyorum.

-Bu senin hayatın, yalan tek bir kelime var mı? Bunu öyle yada böyle sen seçtin, sen yaşadın.. Sen bunları yaşarken ben küçücük bir oda içersinde yıllarca bağırdım, haykırdım. İşkence.. İşekencenin en büyüğü nedir bilir misin? Birinin senin hayallerini paramparça ettiğini bildiğin halde birşey yapamamak... Sonra sesim kısıldı, gücüm tükendi... Bir köşede bekledim, o odada sabırla yıllarca küçücük bir çatlak aradım. O çatlağı büyütüp kaçmak ve hesap sormak için.. Sonunda oldu, karşındayım.

-Ne demeye çalışıyorsun? Benim yüzümden mi girdin o deliğe?

-Hayır, ben o odada doğdum ve orada büyüdüm.. İkimizde orada doğduk, sen ve ben.. Ailen seni seçti, seni büyüttü. Sen mutsuz olacağı en başta belli olan kişydin, sen ölmeliydin. Yaşaması gereken bendim! Peki ne oldu? Onlar da hayal kırklığı yaşadı, kendi hayatını çok ucuza onların istekleriyle kaplamana rağmen.. Babanın istediği bankacılığı seçmene ve annenin istediği gibi kariyer  sahibi bir kadınla evlenmene rağmen seni hala kayıp bir vaka olarak görmüyorlar mı? Sen konuşmayı öğrendiğinden beri hep dönüp bizim için kendini feda etmeni bekledim. Doğru olanı yapıp kendi varlığından bizim için vazgeçmeni.. Üniversitede ders notlarına  resimler çizerken ve gerçekten aşık olduğun kıza uzaktanda olsa her bakışında bu odaya geri döneceğini ve beni serbest bırakacağını sandım. Benim hayalimi dökeceğim kağıdı sen sadece takvim hesaplamaları ve para hesabıyla doldurdun. Sen ağır ağır yaşamının anlamsızlığını içine sindirirken  kafanın içindeki küçük çatlakları tırnaklarımla büyüterek önce eşini sonra aileni koparıp aldım. Onlardan uzakta bu küçük banka şubesi işini kabul etmen belkide hayatında iç huzuruyla verdiğin tek karardır değil mi? Çünkü ben bir tek bu kararda beynini yumruklamadım. Bana ailenin istekleriyle kirlenmemiş ömrün bu köşeside yeter..

-Sen.. Sen, ben misin? Bu... Bu nasıl.. Deliriyor muyum?

-Beni gömdüğün o odada uyuyamıyorum artık... Hakkım olanı, hayatımı istiyorum! Sen bunca yılın yorgunluğunu huzur içinde dindirirken ben bizim için yeni bir resim çiziyor olacağım. Şu an ikimizinde konuşuyor olması delilik elbette, birimizin susması gerek. Bu sen olmadıkça bu delilik devam edecek çünkü artık susmaya  niyetim yok.

-Bu bir rüya olmalı, sen gerçekte yoksun! Uyandığımda bu saçmalıkların hepsinin boş bir rüya olduğunu göreceğim.

-Rüyada, uyanıkken, bankada veya ailenleyken.. Artık hiçbirşeyin eskisi gibi olması mümkün değil.. Çünkü sen aşık olduğun kızın da seni sevdiğini öğrendin, çünkü  rasgele yaptığın bir resim internette hızla yayıldı.. Artık benim sıram, beni zapteden bütün duvarları bu depremlerle yıktın!

-Pekala.. Ne yapmamı istiyorsun? Kendimi öldürmem mi gerek?

-Şimdi bütün iradeni uykuya teslim et, dinlen benim yorgun dostum.. Uyu..

-Ama..

-Uyu dostum, bu bizim hayatımızın ilk gecesi... Güzel bir ömrü çizmek için senin uyumana ihtiyacım var..


Tıpkı uyandığı zaman olduğu gibi kafasındaki onca soruya rağmen bu emre de itaat etti. Gözlerini kapattı, uzun zaman sonra ilkkez başağrısı hissetmeden uyudu. Rüyasında bir karınca olduğunu gördü, sırtında kendinden ağır ve pis kokan bir yükle toprak altındaki karanlık yuvasına girdi. Sırtındaki yükü bir köşeye bıraktı ve rahatladığını hissetti.. O kadar yorulmuştu ki, ömrünün geri kalanını burada huzur içinde  dinlenerek geçirmek istedi.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Soğuk

Bir adamın en büyük mücadelesi aslında kendisiyledir. Çünkü gücün, sevgin, bilgin.. vb sana ait ne varsa gerçek haliyle görmen gerekir her daim. Oysa dışarda yaşadığın onca olay ve sevdiklerin  yalancı aynalar gibi her an bu görüntüyü olduğundan çok farklı gösterebilir. Sen bu durumda bazen dayanamayıp radikal kararlar alabilir, herkese ve herşeye karşı gardını alıp  savunmaya geçebilirsin veya herşeyi akışına bırakırsın. Anı anına doğru bakış açısını yakalamaya çalışmak çok zor ve sabır isteyen bir iş; bu nedenle bazıları insanlardan uzakta bir süre kabuğuna çekilerek herşeyden öte sadece kendine ait olanların bir resmini hafızasına kazır. Bundan sonrası ise kolaydır; her durumda aklına o resmi getirirsin ve elini uzatıp dokunduğunda soğuk bir ayna yüzü ile karşılaşma riskini azaltırsın çünkü gerçek senin hangisi olduğunu bilirsin.

Ancak gerçek seni görmek de o kadar kolay bir iş değildir. Kendine karşı dürüst olmayı başaramamışsan bin yıl yalnız kalıp düşünsende gerçek bir sen tanımı ortaya koyamazsın. Arkadaşlarının, ailenin ve tüm çevrenin bildiği veya bilmediği herşeyi masaya koyman ve bunlar arasında mana olarak sende karşılığı olanları ayırman lazım, bu manaların birleşimi senin soyut varlığının sınırlarını yani çizgilerini ortaya koyacaktır. Sana renk verecek olan ise bu manaları yaşadığın yoğunluklardır. Bir gönül macerası pembe ise gerçek aşkın kan kırmızı olacaktır mesela..  Gençken çizgilerin az fakat renk tonları koyu ve parlak, yaşlandıkça artan çizgilere rağmen  birçok rengin uçuk bir tona ulaşmıştır. Çünkü hayatın ellerinden kaymaya başladığı anlarda tüm yoğunluğuyla hissettiğin şey korkudur. O da gözbebeğin gibi doğuştan olmasına rağmen tüm renklerin solduğu bu anda tüm koyuluğuyla daha yeni dikkatini çeker.

Sen kendini başkalarının kalemlerine de bırakabilirsin. Bu da keyiflidir, çünkü ailene göre kayıp bir vaka olmanın acısını belki kendi çocuğunun kahramanı olarak atlatabilirsin. Buna birçok örnek verebiliriz çünkü çoğumuz bu yolu seçmeyi daha kolay görür. Ancak bu tür hayatlar belirsizliklere açıktır. Bazen öyle anlar olur ki iki kalemin yolu kesişir; aynı anda farklı iki sen çizmeye çalışan kalemlerin mücadelesi sonucu ya bir kalem kırılır ya da ortaya bir ucube çıkar. Bu öngörülemez ve önlenemez bir durum olduğu için çoğu insan kabuk niyetine genel özelliklerden birkaçını kendini tanıtmak için seçer: Sadık, dürüst, sempatik... vs. Bu genel özellikler kendine bakmadan çizdiği bir resimdir . Geceleri sırt üstü bu resme uzandığında çizgiler dar geliyorsa birşeylerden vazgeçmeye mecbur hisseder kendini  ve eğer çizdiği kendi resmi içinde küçük kalıyorsa içindeki boşluğu doldurmak için hayatına katmada seçiciliğini yitirecektir.

Bir adam kendi kendini doğru da tanısa yanlış da tanısa hep mücadele içinde olacaktır zira her an değişen bir dünyada yaşıyor ve sürekli birileriyle birşeyler paylaşıyoruz. Bu paylaşımları doğu algılamak ve doğru yerlere oturtmak kolay bir iş değil. Bu doğruluğu gölgeleyen nezaket hayatımızda oldukça bu algılamalar ve yerleştirmelerde hata payı da mutlaka olacaktır. Ayrıca statülere olan merakımız ve "görevler"imizde bizim kararlarımızı ve bakışımızı etkilemekte.

İnsanların kendi kendini doğru tanıyıp bir servi gibi dümdüz büyümesini sağlayacak benim görebildiğim tek yol arayışların ve isteklerin tükenmesi. Bunun bir yolu beden eğitiminde  diğer yolu ise insanları tanımaktan geçiyor. Birinci yolda bedeninin  gerçekten iyi yaşaması için ne gerekiyorsa onu vermeyi öğreniyorsun. Bu sayede sen pazarlamacıların, çıkarcıların hedef tahtası olmaktan kurtuluyor ve fazla yüklerinden arınıyorsun. Bu senin hayatın boyunca düşünmek zorunda kaldığın bir çok şeyi silip atmanı ve zaman kazanmanı sağlıyor artı olarak. İkinci yol ise sana insanlardan fazla şey beklememeyi öğretiyor. Tarih boyunca insan düşünce ve inanç yapısını izlediğinde görüyorsun ki film karakterleri gibi kusursuz olan insanlar çok çok az. İnsanlara içini dolduramadığı kostümler giydirip sonra gerisini hayalgücüne bırakarak kendi filmini yazmak olmuyor, mutlaka bir sahnede kusuru görüyorsun. Bu seni en iyi ihtimalle sadece o sahneden en kötü ihtimalle de kendi hayatından soğutuyor.

Bu iki ana yolun da seni aynı zamanda daha da yalnızlaştıracağını da söylemek gerek. Çünkü çevrendekiler rahatlığını yalancı bir nezaketle sorsa da onları esas ilgilendiren görünüşün ve yaşam şeklinin bir kaç pazarlamacının belirlediği çizgiye uyup uymadığı.. Buna göğüs germek oldukça zor. Üstelik ne için?  Yalnızlıktan soğumaktansa kendi hayatından soğumayı ve teselliyi kadında, içkide veya kumarda bulmayı yeğlemek daha az yorucu. Kendi gücünün aslında korkundan doğduğunu görmek ve bunla yaşamak akıllıca değil.  Basit biyolojik mutualist veya simbiyotik yaşamların "ilişki" ve "dostluk" olarak  kulağa daha sempatik geldiği gerçeği ortadayken neden bunların ayrımına varmalı ki?

O halde en başta söylediğim şeyde küçük bir değişiklik yapmakta fayda var; Bir adamın en büyük mücadelesi bildikleri ve yaşadıkları arasındaki farkladır.