Doğada herşey için kurulu bir saat var. Biz değiştirmediğimiz sürece güneş, ay, ağustosböceği, balıklar veya çiçekler bu saate biat edecekler. Elbette perdeyi çekebilir, ışığı yakabilir, ağustos böceğini bir gazeteyle öldürebilir, balıkları oltamızda dans ettirebiliriz.. En acısı çiçekler belkide, bir saksı içinde yavaş yavaş çürüyüşlerini izleyebilirz. Ama olsun, insan dışında her canlının ölümü bile uyuyor biat ettikleri saate..
Zamanı biz keşfettik, insanoğlu.. Kolunda su geçirmez saat olan bir yengeç görmediğimize göre ve zamanını şaşıran canlılara raslmadığımıza göre, nasıl hesaplanıyor bunca yıldır zaman? Bizi özgür kılan bu mu? Yani içgüdülerimize engel olabilmemiz. Aç bir fareden halice zekamızla tuzağı görüp peynir kokusuna ve açlığa bir süre daha tahammül edebilmemiz mi? Biz koşullara uyabiliyoruz, (Piaget'e göre zeka; çevreye uyum yapabilme yeteneğidir). Biyolojik ihtiyaçlarımızı erteleyebilmemiz bir zeka örneği, şimdilerde onlarsız yaşatmak için çalışıyor bilim adamları. Evdeki elektrik süpürgesi gibi, biz açmadıkça hiçbir ihtiyaç rahatsız etmeyecek o zarif bünyemizi... Tıpkı makina gibi.
Ben bizim içimizde alarmını susturabildiğimiz saatin bukadarına tahammül edemeyeceğini düşünüyorum. Düştüğümüz bir kibir çukuru.. Eskiden nasıl kendi suuretinde tanrılara taptıysa insanlık, bugün de kendini keşfettiklerine benzetmeye çalışıyor suretini. Bugün, kendi tanrısını güçlü bir robot olarak tarifeden çocuklar dolaşıyor sokaklarda.
Demek istediğim; biz sınıra dayandığımızda, saati durdurmak kimimz için elzem olacak. Çünkü saatlerimiz güneş, ay, ağustos böceği, çiçekler... Doğadaki herşeyi esas alarak ayarlıyor kendini. Bugün ki koşullarda, bir ampül etrafında döneduran ağustosböceğinin gösterdiği zaman ne kadar doğru olabilir ki? Veya 24 saat ışıkta duran bir saksı çiçeğinin? Zamanla bu yanlış saatlerle güncellenen saatimiz anlamsız, yersiz sinyaller verecek bize (ki veriyor günümüzde).Şimdilerde adına kanser dediğimiz devasız illet işte böyle bir nane. Vücudun kendi kendine, anlamsız bir tepkisi.. İşte bu vakalar giderek ilerlediğinde, yani bu saat bize eziyet olmaya başladığında onu susturmak söz konusu olacak.
Siz istemedikçe uyuya kalmayacak, sarhoş olmayacak, acıkmayacksınız... Kimbilir, belki bu kararları vermek zorunda bile bırakmayacaklar sizi. Masanın üstünde duran mutfakrobotu gibi birilerinin sizin damarlarınıza hayatı yeniden vermesini bekleyeceksiniz. Bu ölmek değil, bu ölmeden ve gömülmeden hiçbirşey yapmadan beklemek demek. Evet, siz bunu bir "Köle programı" oarak düşünebilirsiniz. Ama bunu belki milyonca insan gönüllü kabul edecek. Döne döne ışığa çarpan bir pervane gibi, sorsanınz "yolculuğum güneşe" diyecekler..
Sabahları kalkamıyorsanız, öksürüyorsanız, veya boğazınız ağrıyorsa.. Saatinizin size zamanı doğru gösterdiği için sevinin. Belkide geceleri gündüzlerinden farksız şehrlere uymayan bu saatler sizi ağustosböceği seslerini, gelincik tarlalarını, gün batımını ve dolunayı tüm güzellikleriyle gösterecek ve kendi kendini bulacağı biryerlere götürür.
Kolumuzdaki saate ihtiyacımız yok..
Zamanı biz keşfettik, insanoğlu.. Kolunda su geçirmez saat olan bir yengeç görmediğimize göre ve zamanını şaşıran canlılara raslmadığımıza göre, nasıl hesaplanıyor bunca yıldır zaman? Bizi özgür kılan bu mu? Yani içgüdülerimize engel olabilmemiz. Aç bir fareden halice zekamızla tuzağı görüp peynir kokusuna ve açlığa bir süre daha tahammül edebilmemiz mi? Biz koşullara uyabiliyoruz, (Piaget'e göre zeka; çevreye uyum yapabilme yeteneğidir). Biyolojik ihtiyaçlarımızı erteleyebilmemiz bir zeka örneği, şimdilerde onlarsız yaşatmak için çalışıyor bilim adamları. Evdeki elektrik süpürgesi gibi, biz açmadıkça hiçbir ihtiyaç rahatsız etmeyecek o zarif bünyemizi... Tıpkı makina gibi.
Ben bizim içimizde alarmını susturabildiğimiz saatin bukadarına tahammül edemeyeceğini düşünüyorum. Düştüğümüz bir kibir çukuru.. Eskiden nasıl kendi suuretinde tanrılara taptıysa insanlık, bugün de kendini keşfettiklerine benzetmeye çalışıyor suretini. Bugün, kendi tanrısını güçlü bir robot olarak tarifeden çocuklar dolaşıyor sokaklarda.
Demek istediğim; biz sınıra dayandığımızda, saati durdurmak kimimz için elzem olacak. Çünkü saatlerimiz güneş, ay, ağustos böceği, çiçekler... Doğadaki herşeyi esas alarak ayarlıyor kendini. Bugün ki koşullarda, bir ampül etrafında döneduran ağustosböceğinin gösterdiği zaman ne kadar doğru olabilir ki? Veya 24 saat ışıkta duran bir saksı çiçeğinin? Zamanla bu yanlış saatlerle güncellenen saatimiz anlamsız, yersiz sinyaller verecek bize (ki veriyor günümüzde).Şimdilerde adına kanser dediğimiz devasız illet işte böyle bir nane. Vücudun kendi kendine, anlamsız bir tepkisi.. İşte bu vakalar giderek ilerlediğinde, yani bu saat bize eziyet olmaya başladığında onu susturmak söz konusu olacak.
Siz istemedikçe uyuya kalmayacak, sarhoş olmayacak, acıkmayacksınız... Kimbilir, belki bu kararları vermek zorunda bile bırakmayacaklar sizi. Masanın üstünde duran mutfakrobotu gibi birilerinin sizin damarlarınıza hayatı yeniden vermesini bekleyeceksiniz. Bu ölmek değil, bu ölmeden ve gömülmeden hiçbirşey yapmadan beklemek demek. Evet, siz bunu bir "Köle programı" oarak düşünebilirsiniz. Ama bunu belki milyonca insan gönüllü kabul edecek. Döne döne ışığa çarpan bir pervane gibi, sorsanınz "yolculuğum güneşe" diyecekler..
Sabahları kalkamıyorsanız, öksürüyorsanız, veya boğazınız ağrıyorsa.. Saatinizin size zamanı doğru gösterdiği için sevinin. Belkide geceleri gündüzlerinden farksız şehrlere uymayan bu saatler sizi ağustosböceği seslerini, gelincik tarlalarını, gün batımını ve dolunayı tüm güzellikleriyle gösterecek ve kendi kendini bulacağı biryerlere götürür.
Kolumuzdaki saate ihtiyacımız yok..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder